Şamata
olsun, Marina'nınki gibi olsun!
Kuzenim
Zeynep Dilek Ercan'la, günün birinde, yollara dökülüp ¨Avropa¨
turu yapacağımız aklıma gelmezdi, işte günün biri geldi ve
oldu.
Sevindim,
mutlu oldum.
Ailemizin
'Florance
Nightangle'
i diye adlandırdığımız, her şeye her zaman ve her durumda
koşturan Zeynep Dilek'i, kızım Gülin Dreesen'in
Belçika-Leuven'deki evinde konuk etmek fikri ardından kısa bir
tura razı etmesi, bir saniyelik iş oldu.
¨Dilek'ciğim,
haydi kalk Avropaa'ya gidelim, çeşmelerinden soğuk sular içelim!'
¨Ya-hooo!
Yarın sabah valiz hazırdır...¨
Elbette
gönül arzu ederdi ki, Ercan ailesiyle birlikte gezilsin, ama
fırsat elvermedi.
Biz iki
çocukluk arkadaşı, ağbi kardeş, teyze kızım Zeynep Dilek'le
yollara birlikte koyulduk.
Gülin'in
yaşadığı kent Leuven'i, şetaret torunumuz Maren Mina'nın
şaklabanlıklarını, ¨İtaaaalya?!¨
diye geçenlerde gittiklerinden pek beğendiği için tutturması,
sonra efendim Amsterdam'a geçişimiz, orada bir gece Stayokay
Hostel'inde
kızlar koğuşuna Dilek'i yerleştirip, kendimi de erkekler arasında
zannedecekken benim koğuşuma yer yokluğundan kalmaya razı olmuş
civanmert üç Çekoslavak güzelinin misafir oluşu, alaca
karanlıkta üst baş değiştirmeleri, sonra efendim ertesi gün
şehrin Kırmızı
Lambalı Evler
sokaklarında camekân güzellerini Dilek'e gösterip onu şaşkına
çevirmek, orada bulduğumuz bir balık
ekmekçiden türlü atıştırmalar, sonra Brüksel'e, sonra
Brugge'a, sonra Ostendee'ye gidiş, ardından Paris'e araba kiralayıp
geri dönüş başlı başına hikâye'dir.
Paris
gezisi, daha önceki yerleri avcumun içi gibi bildiğimden, tıpkı
diğer şehirlerin kılavuzu gibi bir mihmandarlık misali olarak
dilden dile geçecek, kulaktan kulağa aktarılacak biçimde
sürecekti sürmesine, lakin göbeği burnunda ve yakın zamanda beni
ikinci kez dede yapacak olan kızım da bize katılınca, Maren
Mina'yı babaanne Miet Hanıma bırakıp geziye iştirak etmesiyle
yavaşladı, çok yer dolaştıramadım kuzen Dilek'e...
Yoksa, biz
ikimiz, Paris kazan biz kepçe misali altını üstüne getirirdik
evvelallah...
Birisiyle
yola çıkmak çok önemlidir.
Yanınızdaki insanın mızmız, burnu
düşse eğilip almaz, kolay beğenmez, müşkülpesent ve dırdırcı
olması, hele yolculuklarda, hiç çekilmez.
Allah
herkese, kuzen kardeşim Zeynep Dilek gibi yol arkadaşı versin.
Otur dedim oturdu, iç dedim içti, ye dedim yedi; daha ne olsun!
Kaldırımlarda taban teptik, bana mısın, demedi... Kuru, katıksız
ekmek versem, sesi çıkmayacak bir yol arkadaşı!
Neyse ki,
kentlere dair tarihî bilgilerle dolu açıklamalarım da ona yetip
artıyor, birkaç günde ne görülebilecekse, hele Paris gibi bir
geniş mekânda, onlarla yetiniyordu.
Arasan
bulunmaz seyahat arkadaşıdır...
Paris'te,
Caulaincourt Boutique Hostel adlı bir yerde geceyi geçirecektik;
şehrin eğlence merkezi Moulin
Rouge'ya
yakın bir yerdedir, şıp diye bulduk! Hostel tercih etmemiz, otel
fiyatlarının fâhiş olması yanı sıra, yaşamında gençlerle
birlikte kalınan hostellere ait tecrübesi olmamasıydı, Dilek'in;
ben maşallah epeyi tecrübeliyim.
Kızı
yaşında kızlarla beraber kalması hoş olacaktı, açıkçası;
ilgi çekiciydi.
Kaldığımız
hostelin sıcak Paris gecesinde yarı açık pencereleri sokaktan
gelen bir şamatayla, gürültü patırtıyla kısa sürede
perdelendi; başka bir şey duyulmaz oldu.
Ben
titizliği suratından belli olan bir Hırvat delikanlıyla altlı
üstlü yatıyordum; ranzada yani... Burada, Amsterdam'da
karşılaştığımca, tesadüfen, Çek kızlar yoktu! Odadaki diğer
iki delikanlı yastığa baş koyar koymaz horultuyla rüya âlemine
yuvarlanıp giderken, Hırvat delikanlı dünyanın zaptiyesi gibi
ortalığı intizama sokmak kararındaydı; uyumadı.
Ben de bir
süre uyuyamadım, ama benimkisi titizlikten değildi. Sokaktan gelen
kahkaha, şen şakrak çığlıklar, şarkılar, arada bir duyulan
akordiyon sesleri, kızlı erkekli dans edilen müziklerin çalıntısı
sabah dört sularına kadar sürdü, sonra kesildi.
Ertesi
sabah, yani bize kalan uyku saatiyle dört-beş saat sonra, hostelin
kahvaltı salonundayız. Dilek ve ben, gece boyu kızlı erkekli ayrı
odaların pencerelerinden içeri taşan bu seslerle uyuyamamış
olmaktan hiç şikâyetçi olmaksızın, hem de aynı anda,
birbirimize bu durumu itiraf edip duyduğumuz şamatadan
memnuniyetimizi anlattık.
Evet
öyleydi! Ben kendi hesabıma memnundum. Zira buralarda, Paris'i de
içine katarsanız Güney Avrupa şeridindeki ülkelerde yaz, bahar
geceleri insan sesleriyle dolar; buralarda bu sesler olmazsa, asıl o
vakit, insana hüzün çöker...
Uykumuza
devam edip, uzaktan uzağa bir eğlence dinlemeyi sürdürerek
geçirilen zaman, bize o yüzden rahatsızlık vermemişti.
Yakın
zamanlarda yıldızı parlamaya başlamış şarkıcı İspanyol
dilberi, bir şalı ve elinde yelpazesi eksik, Marina
Garcia'nın
son günlerde ortalıkta dolaşan şu videosu, durumu açıklıyor.
Benzerini
Lizbon'da, fado-barlar
polis mecburiyetiyle sabaha karşı 2'de kapatılınca, insanların
sokaklara taşıp müziğe, şarkıya, eğlenceye ve sohbete doymadan
sabahladıklarını görmüştüm.
Marina'nın,
gece yarısını aşmış olunan bir saatte, arkadaşlarıyla
beraber, bar çıkışı, elinde kadehiyle tutturduğu İspanyol
flamenko şarkısını izleyeceğiniz bu videosunu seyrederken ne
hissediyorsam, o gece, Paris
Şamatasında
aynı duygular içindeydim.
Tıklayınız, seyrediniz; haksız mıyım yani?
https://www.youtube.com/watch?v=0Bokv0wvD-g
Şamata
olacaksa, Marina'nınki gibi olsun, razıyız; gelsin şarkı
söylesin, uykumuz feda...