Showing posts with label Fatoş. Show all posts
Showing posts with label Fatoş. Show all posts

Tuesday, 19 April 2016

In the Footsteps of the Suffragettes

100 years ago on April 19, 1916 women in Alberta earned the right to vote (in the Provincial elections). A full century later, I get to join a group of wonderful women who will remember and honour the brave Canadian Suffragettes with a special ceremony at the Alberta Legislature. As you can imagine, I am just overjoyed to be invited to this tea party!


You see,  I just became a Canadian citizen earlier on March 2016. I am originally from Turkey: A country where the path for the women's rights movement was very different than Canada. Women in Turkey didn't need to organize "Pink Teas*" to plan for their strategies to push for gender equality. In a predominantly muslim country, they were simply granted those rights by a visionary leader, named Mustafa Kemal Ataturk. The "civil code" enacted by the Turkish Parliament in 1926 included great provisions towards gender equality and full voting rights soon followed in 1934. That is when ALL women, representing an ethnic/religious minority or not, earned the right to vote and be elected to office in my home country.

Now as I get ready to join more than 100 women at the Rotunda for a Tea Party, and later a smaller group of women at the Gallery as guests of the Honourable Robert Wanner, Speaker of the Alberta Legislature, I am happy to call Canada "my new home" and honoured to celebrate MY newly earned right to vote in Canadian elections at such a special occasion.

I spent the last few days researching and reading on the internet so I could learn more about the great leaders of the Suffrage Movement, like Emily Murphy, Nellie McClung, Henrietta Muir Edwards, Louise McKinney, and Irene Parlby. The more I read the more I am inspired by their struggles and determination.

I am sure these "Famous 5" ladies have inspired many women before me. As I walk up the stairs of the Legislature on April 19, together with some wonderful women from all walks of political and social life in Alberta, I will remember one of the trademark quotes of Emily Murphy:
“Whenever I don’t know whether to fight or not, I fight.”


I will continue to fight for a more inclusive, better world where we will hopefully put aside religious, ethic, and cultural divides one day, and simply work on being better humans!

*For a short video that gives more information about the Famous 5, and their pursuit in getting women to be recognized as "persons" visit https://vimeo.com/150376397




UPDATE: I had written the above post before the event. Here are a few more photos from the event. We had a busy morning at the legislature setting up the display and the tea tables.  Thanks to Lee Craig (who had thought of every detail about the display) and her friend Wes, we were able to get the display ready before the event started upstairs at the Rotunda.


Honourable Robert Wanner, Speaker of the Alberta Legislature hosted the event and we had wonderful speakers who inspired us by their speeches.







A separate but complimenting event took place outside at the Legislature steps immediately following our Tea Party. Almost 200 women got together to reenact the photo of women from 100 years ago. Premier Rachel Notley was there along with the Status of Women Minister babywearing her son.

Other organizers and I, from Our Vote Edmonton group couldn't go out for the large group photo shoot because we were worried that we wouldn't have enough time to clear through security to make it in time for our recognition at the Gallery during the Question and Answer period.

 I was delighted that 5 other wonderful Turkish women could join me on this special day. Our group needed volunteers for the day of the event, and Ozlem Erzen Demirer, Funda Saldıran, Emine Suleymanoglu, Idil Poturoglu and Pelin Kıvrıkoglu were there to help.

At the end of the day a few of the event we were tired but very proud.

A great shout out goes to  Gail Gravelines for coming up with the idea for the event and for organizers like Susanne Goshko, Kristy Kritters, and Lee Craig for making this happen.

There were many other great ladies I met at the photo shoot last week. So, there were a lot more brains and sweat behind the event.

Finally, I do have to give a shout out to Mark Hughes, who was gracious to take the beautiful photos of the Our Vote Edmonton team. Here's his Facebook page in case anyone ever wants to work with a great photographer.

https://www.facebook.com/mark.hughes.7564?fref=ts







Wednesday, 23 September 2015

Hoca #AKPninYalanlarına yalan katmaya devam ediyor!

Yine ihmal ettik bizim Fatoş'la Basri blog sayfalarını. Ben en iyisi romantik çağrıları bırakıp AKP'nin her alanda olduğu gibi ekonomi konusunda da halka söylediği yalanları ifşa etmeye devam edeyim.

Biz 7 Haziran'dan beri gelen şehit haberlerine milletçe ağlayaduralım, her geçen gün alarm zilleri veren ekonomi konusunda AKP'li kurmaylar her zaman olduğu gibi milleti kandırmaya devam ediyorlar.

Seçim öncesi canlı yayında Başbakan Ahmet Davutoğlu "90'lı yıllarda dünya büyürken biz küçülüyorduk, şimdi dünya küçülürken biz büyüyoruz" şeklinde beyanat vermiş.. Halkına hemen hemen her konuda yalan söyleyen bu partinin, başındaki bu akademisyen Hoca'nın AKP'nin yalanlarına yalan katmaya devam etmesine şaşırmadım ama bu kadar da alenen yalan söylenmez ki...İşte AKP'nin elde ettiği büyüme rakamları ile ilgili gerçekler:


AKP's New PM Continues Lies about the State of Turkish Economy

It's not the first time AKP Officials have lied to Turkish voters about the state of the Turkish economy, but it looks like the new PM of Turkey, Ahmet Davutoglu, will continue to sell snake oil to voters when it comes to the economy. 

It is true that the Turkish economy had outperformed growth in world GDP in the first few years AKP came to power. Although it wasn't necessarily new for the Turkish economy to benefit from the general growth trends of the world economy, and at times outperform it, AKP's PR machine was very successful in its early years when it came to attributing that success to AKP's economic miracle.

Such a miracle is clearly non-existent nowadays, but AKP PM continues to paint a pretty picture, even when it means blatantly lying to the Turkish voters. 

In a recent TV interview shortly before the June 7th elections, Turkish PM claimed that "in the 90s Turkish economy was shrinking while the world economy grew" and further stipulated that "nowadays Turkish economy is growing while the world economy is shrinking."

The problem with that statement is that it's simply NOT TRUE. Here's the truth about the Turkish economy Erdogan and Davutoglu is successfully hiding from the Turkish public, as everyone's focus shifted to the recent terrorist attacks.


Thursday, 23 July 2015

Mavi-Beyaz Kurdele, Kırmızı-Beyaz Türkiye: Ya, Tutarsa!

Gecenin bir yarısında, uyku tutmadı mı gözümü daha hayalperest olurum ben... bazıları karamsarlaşır belki gecenin karanlığında ama ben daha da bir umutlu olurum kurduğum her yeni saf ve romantik hayalin coşkusuyla...

Sevgili kuzenimin ben bu satırları yazdığım sırada sosyal medya ortamında dillendirdiği gibi .... Umut altın gibidir. Hiçbir ortamda paslanmaz!

Uzun zamandır yazmıyordum Fatoş'la Basri sayfamıza... Dünya'nın bir ucunda, çok sevdiğim ülkemin insanları için bir şeyler yapabilmek adına Edmonton kentindeki Türk Derneği için çalışıyorum harıl harıl bir yılı aşkın süredir. Blog yazmaya pek değil hiç vakit kalmıyor.

Ama son 2 gündür Türkiye'den gelen terör eylemleri, asker ve polisimize yapılan elim saldırılar gibi haberleri duyunca, eh bir de gecenin bir vakti uyku tutmayınca, oturdum yazdım ve Facebook'tan paylaştım:

Yurdumdan binlerce kilometre uzakta yaşadığım Kuzey Amerika'da bir "kurdele" geleneği var... Soma'da 301 madencimizi kaybettiğimizde kimimizin sosyal medyada paylaştığı "siyah kurdeleler", kanserle ilgili kampanyalardaki "pembe kurdeleler" bu alışkanlığın sosyal medya'dan Türkiye'ye yansımaları... Binlerce kilometre öteden önce Suruç'ta yitirdiğimiz pırıl pırıl gençlerin, sonra Adıyaman'da şehit olan askerimizin, evlerinde hain bir saldırıda ölen polislerimizin haberlerini okuyunca, bir kaç hafta önce yaşadığım kentte görevi başında bir genç polis öldürüldüğünde bütün kentin nasıl tek yürek olduğu geldi aklıma. Polis teşkilatının "mavi" renkleri hatırına, polisinin yanında olduğunu göstermek için bütün kenti, elektrik direklerinden, refüjlere, balkonlara her yeri mavi kurdelelerle donattı Edmonton'lular... tabii ki bir de bir sosyal medya kampanyası ile bizim de katkımız olsun diyerek ölen polisin ailesi için bir kaç günde 200,000 dolara yakın bağış topladılar. Zaten kutuplaştığımız, kutuplaştırıldığımız bir Türkiye'de, her yeni protesto gösterisinin belki de başka ölümlere sebep verme ihtimali olan bugünlerde hem İSYANINI HAYKIRMAK, hem TERÖRÜN HER TÜRLÜSÜNÜ KINIYORUM DEMEK, hem de benim gibi düşünsün, düşünmesin, birilerinin Türkiye ile ilgili kirli oyunlarına bilerek ya da bilmeyerek alet olsunlar ya da olmasınlar BARIŞ İÇİN YETER Kİ OYUNCAKLARLA DÜŞSÜN BİR AVUÇ İDEALİST GENÇ YOLLARA, ONLARDAN ZARAR GELMEZ BU ÜLKEYE DEMEK isteyen herkesi mavi-beyaz kurdelelerle Türkiye'yi donatmaya davet edeyim dedim... Mavi kurdeleler, emniyet teşkilatının laciverdi için... Hiç bir polis, üstelik de böyle gencecik memurlar hiç bir koşulda ve gerekçeyle böyle bir infazı hakedemezler diye HAYKIRMAK için. Beyaz kurdeleler ise, beyaz renk barışı temsil ettiği için, ellerinde silahlarla değil oyuncaklarla mesaj vermek isteyen gençlerin de asla ve asla ölmeyi haketmediklerini HAYKIRMAK için... Nasrettin Hoca'nın göle yoğurt çalması ve "Ya, tutarsa!" demesi misali bir romantik çırpınış benimki... Belki solculuğumuzu, ülkücülüğümüzü, sünniliğimizi, aleviliğimizi, AKP'li, CHP'li, MHP'li, ya da HDP'li oluşumuzu bir kaç günlüğüne bir kenara bırakıp MAVİ ve BEYAZ kurdelelerle donatabilsek yurdun dört bir yanını, KIRMIZI-BEYAZ bayrağımızın (şimdi tüm renkleri ve çeşitliği ile) kucakladığı bir Türkiye olmak adına çok güçlü bir mesaj verebiliriz TERÖRÜN VE ŞİDDETİN HER TÜRLÜSÜNDEN MEDET UMANLARA...
Mavi-Beyaz Kurdele, Kırmızı-Beyaz Türkiye... YA TUTARSA!


Facebook'tan paylaşım yapınca, bir de KAMPANYA GENEL MERKEZİ yapmak farz oldu... Ola ki duyarsanız bu romantik çağrımı, çocukça ve ve nasılsa işe yaramaz bulmayıp da siz de mavi ve beyaz kurdelelerle donatmaya karar verirseniz etrafınızı fotoğrafını çekip senols137279@gmail.com adresine ya da twitter'dan @Fatos_CokGezen'e gönderirseniz bu sayfadan paylaşacağım gelen fotoğrafları... 

Eh, hadi hayırlısı ve de dedim ya.... Ya, Tutarsa!


Tuesday, 20 January 2015

Ekonomi Performansına bir de "tek başına iktidar" penceresinden bakalım!

Yazdan beri sosyal medyanın başından kalkmış, elleri kolları sıvayıp Edmonton kentinde yer alan Türk Derneğini düzene sokma çabalarına girişmiştim. Çok gezen Fatoş'un gezmeleri bu aralar yerele inip ev ve dernek binasındaki toplantılar arasında dokunan mekiklere indirgenmiş olsa da, "gezmekten" yazmaya vakit kalmadı bu aralar. Fakat 2014 yılı büyüme rakamları netleştikçe, benim gibi rakam ve grafik adamını (kadınını) çekiyor yine haberler. Gezi sürecinde başlayan, Cumhurbaşkanlığı sürecinde devam eden seçim barajının indirilmesi taleplerine iktidar kulak tıkayıp, halkı "koalisyon dönemlerinde ülkenin vahim ekonomik durumu" konusunda yalanlarla oyalasa da rakamlar ve grafikler bize çok farklı bir hikaye anlatıyor. Bu defaki Fatoşla Basri analizimizin kaynağı IMF veritabanları. 1980 yılından itibaren mevcut olduğu için o tarihten başlayarak sabit fiyatlarla gerçekleşen ekonomik (GSMH) büyüme oranlarını aldım. Hani 2014 yılını % 3 seviyesinde tamamlayacağımız kesinleşen büyüme rakamlarımız var ya... bunları kullanıyorum bu defa. Gerçi AKP propaganda makinalarının işlerine geldiğinde milli geliri 230 milyardan 822 milyara çıkardık dedikleri rakamlar (yani dolar bazında cari fiyatlarla hesaplandığında) ekonomimiz bu sene dolar bazında küçülmüş, kişi başına düşen gelirimiz de düşmüş olacak bu sene ama analizimiz bu defa sabit fiyatlarla hesaplanan GSMH üzerine. "Son 12 yıldaki değişimi görmüyor musunuz? Görüp de AKP'nin başarısını nasıl inkar edersiniz?" diye soranlara anlatırken dilimde tüy bitiyor ama "sorunun benim Türkiye'deki değişimi görmemem değil, onların Türkiye'nın dışında olanlardan haberlerinin olmamasından" kaynaklandığını anlatmak için bir çalışma daha. 198o'den 2002 yılı sonuna kadar geçen 23 yılda sadece 5 yıl bizim ekonomimiz dünya ortalamasının ve de gelişmekte olan ülkeler ortalamasının altında kalmış. Aşağıdaki grafik bunu gösteriyor. Yani bu 23 yılda tam 18 defa hem dünya ortalamasının hem de gelişmekte olan ülkeler ortalamasının üzerinde büyümüşüz. Koalisyonlar ve hatta ara sıra azınlık hükümetleri ile yönetildiğimiz 11 yıllık dönemde ise 3 defa dünya ve gelişmekte olan ülkeler ortalamalarının altında kalmışız. Yani 11 koalisyon yılının 8 yılında dünya ortalamasının ve gelişmekte olan ülkeler ortalamasının üzerinde büyümüşüz. Peki, 12 yıllık AKP iktidarında ne olmuş? 12 yılın 5 yılında dünyadaki ortalama büyüme oranlarının altında kalmışız, ve daha kötüsü bu 12 yılın tam 8 yılında yeni yükselen ve gelişmekte olan ülkelerin ulaştığı büyüme oranlarının altında kalmışız. Bir başka deyişle AKP'nin ekonomi mucizesi diye kendimizi kandırdığımız bu 12 yılda sadece 4 yıl, bizimle aynı kategoride yer alan ülkelerden göreceli olarak daha hızlı büyüyebilmişiz. AKP öncesi 23 yıllık dönemde iktidarlar bunu 18 defa başarmış, 11 yıllık koalisyon döneminde 8 defa rakiplerimize oranlar göreceli olarak daha hızlı büyümüşüz... Tek başına iktidar döneminde ise sadece 4 defa. Üstelik de bunu ne pahasına sağlamışız, toplumun birbirine düşman olduğu, aynı ailenin içinde insanların birbirlerini Facebook sayfalarından sildiği, sokaklarda gençlerin dövülerek öldürüldüğü, kendisi gibi düşünmeyen herkesin düşman ilan edildiği bir ülkeye dönmüşüz arada. Bu yıl dolar bazında büyüme (yani bu yıl için küçülme) rakamlarından bahsetmeyecek iktidarın propaganda makinası. Çünkü bu yıl cari rakamlardan konuşmak işlerine gelmeyecek. İşlerine geldiğinde ve dolar kurunun avantajı ile dünyanın 16. büyük ekonomisi olduk diye ilan ettikleri şeyi, bu yıl 18. belki de 19. sıraya düştüğümüzde yayınlamayacaklar. Bu aralar sabit fiyatlarla büyüme rakamlarından bahsediliyor... ve tabii Avrupa bu yıllarda kriz döneminde olduğu için sadece Avrupa ile karşılaştıracaklar kendilerini... Ama dünyada neler oluyor gerçekten, hele hele bizimle aynı statüde sayılan, globalleşme sürecinde bizimle benzer ekonomik avantajlardan ve fırsatlardan yararlanan diğer ülkelerde neler olduğundan hiç bahsetmeyecekler. Çünkü o gerçeklere bakıldığında 12 yılda sadece ve sadece 4 yıl elde edilen bir başarı var. Bizden daha hızlı büyüyen bu rakiplerimizin ülkelerine gittiniz mi sahi son 12 yıldır? Onlarda duble yollar ne durumda? Onlarda da yoldan geçen çocuğun elinde cep telefonu, milletin altında araba var mı sizce? Acaba bizden daha iyi performans gösterdikleri her yıl bizden fazla eğitime ve teknolojiye yatırım yapıyorlar mıdır? Onlar da 12 senedir halk "aman bunlar tek başına iktidar olmazsa" batarız diye korkmadığına, ve ekonomileri her halükarda bu başarıyı gösterdiğine göre, onlarda "çalıyorlar ama çalışıyorlar" bahanesiyle milyar dolarları cebe indiren politikacılar AKlanmışmıdır, sultanlarına biat eden politikacılar tarafından? Uzun lafın kısası bu memleket AKP öncesi de batmıyordu... O günlerin ekonomik koşulları bizimle aynı durumda olan ülkelerde neyse bizde de aynıydı... ve hatta onların ortalamasının üzerinde iyileşiyordu durumumuz. Göreceli olarak bu fotoğrafa bakıp hala ekonomi tıkırında, kriz bizi teğet geçti diyecek var mı acaba? Bir sonraki yazıda TUIK istatistiklerine göre tarım alanlarımızı nasıl kaybettiğimizin resmi var? Sahi tarım arazilerimizin1995-2002 yılları arasında yıllık yüzde 0.37 oranında küçüldüğünü, AKP'nin iktidarda olduğu dönemde ise yıllık kayıp oranının 7 kat arttıp, ortalama yıllık %2.5 düzeyinde olduğunu biliyor muydunuz?

Wednesday, 9 April 2014

Erdoğan'ın Ekonomi Mucizesi

Gel de buna ekonomik mucize deme! Ekonomi uzmanı filan değilim aslında, ama herhangi bir ekonomiste sorsanız sadece $ cari fiyatlarla açıklanan Milli Gelir ve kişi başına düşen milli gelir rakamlarına bakmanın eksikliğinden ve yetersizliğinden bahsederler aslında, ama konumuz o değil.

2002 yılı sonunda AKP iktidara geldiğinden beri miting meydanlarında, üst geçitlere tutuşturulan bilimum ilanlarda, ya da Twitter/Facebook/İnternet paylaşımlarında AKP'in ekonomik mucizesini konuşurken "Kişi başına düşen geliri 3 katına çıkarttık", "Milli Geliri dörde katladık" gibi söylemler var ya... Hani "Abi, ekonomide bir başarı var sonuçta, baksanıza kişi başı gelirimiz 2002'de 3,500 dolarken şimdi 11,000 dolara dayanmışız. Gözle görülür bir şekilde daha zenginiz şu anda. Oysa AKP iktidara gelmeden önceki 10 yılda ekonomik performans çok daha zayıf. Aynı süre zarfında sadece 2,850 dolardan 3,500'lere çıkmışız. Yani AKP'nin yaptığı ekonomik sıçramaya kimse yapamadı bugüne kadar" diye AKP'ye oy vermeyenlerin bile ara ara kendi aralarında konuştuğu şu Erdoğan'ın AKP'sinin Ekonomik Mucizesi... İşte ondan bahsedeceğim bugün. Gerçi daha önce de anlatmaya çalıştım ama bir de bu şekilde deneyelim.

Doğrudur... Kişi başına (cari fiyatlarla) düşen milli gelirimiz 2002 yılında, 10 yıl öncesine kıyasla, sadece %25 artışla 2,851 dolardan 3,576 dolara çıkmıştı.  AKP iktidarında ise 3,576 dolardan 2012 sonu itibarı ile 10,666 dolara (son açıklanan 2013 sonu rakamlarına göre ise 10,782 dolara) yükseldi. %200 oranında bir artış, gerçekten de Erdoğan'ın mucizesi midir? Keşke öyle olsaydı, ama maalesef değildir! Türkiye ekonomisinin bu performansı gösterdiği yıllarda dünyada neler oluyordu acaba diye merak edenler, şöyle bir çevrelerine baksalar ne görürlerdi acaba? İşte ben o çevreye şöyle baktım: 2002 yılında bizim 3,576 dolar gelirimiz olduğu dönemde bizimle aynı ligde olan "gelişmekte olan ülkelere" bir bakayım dedim. Bunun için bizim gelir seviyemizin %40 üstünde ve %40 altında (yani 2,146 dolar ile 5,006 dolar gelir aralığında kimler varmış diye şöyle bir bakındım). Sonuçta bizden fazla geliri olan 15, az geliri olan da 16 ülke çıktı karşıma. İşte bu ülkelere kıyasla, yani dünya ekonomisinde bizim rakibimiz olabilecek ülkelere kıyasla, biz nasıl bir performans göstermişiz diye bir göz attım.

Sonuç maalesef bir ekonomik mucizeye işaret etmiyor. 1992'den 2002'ye kadar çeşitli koalisyon hükümetleri, farklı ekonomi bakanları, bilimum siyasi problemlere rağmen biz toplam milli gelirimizi 159 milyar dolardan 233 milyar dolara, kişi başına düşen gelirimizi %25 artışla 3,500 dolarlara çıkardığımız aynı yıllarda, başlangıçta bize çok yakın diğer ülkeler nüfus artışları oranında bile büyüyememiş, sonuçta kişi başına düşen gelirleri bu dönem için %5 küçülme ile 2,800 dolara düşmüştü. Yani rakiplerimiz %5 küçülürken biz %25 büyümüşüz.

Gelelim AKP'li yıllara. Tablo herşeyi gösteriyor aslında... Ama işin özeti şu bizim 3,576 dolardan 10,666'ya çıktığımız dönemde, üstelik de pek çoğunda Erdoğan gibi "tek ve güçlü" bir lider olmamasına, bu süre zarfında pek çok hükümet, ve ekonomi bakanı değiştirmelerine rağmen, bizimle aynı ligde olan ülkeler 2,800 dolardan 10,950 dolara çıkartmışlar kişi başına düşen milli gelirlerini. Biz 3 katına çıkartmışız kişi başı gelirimizi ama biz 3 katına çıkartırken, bize çok yakın noktadan başlayan başka ülkeler 4 katına çıkartmış.

Ola ki işletme/pazarlama kökenli birileri okursa bu seferki yazıyı diye bir de tabloda görünmeyen şekliyle şöyle anlatayım. 2002 yılında Türkiye dahil, 2,146 dolar ile 5,006 dolar kişi başı gelir aralığında olan ülkeler toplam $1,883 milyar dolar gelir üretmiş. Bu toplamda Türkiye'nin payı %12.4. 2012 yılına gelindiğinde aynı grup ülkelerin ürettiği gelir $7,819 milyar dolar. Türkiye'nin payı %10.1'e düşmüş. Erdoğan'ın mucizesi milli geliri 11,000 dolara yaklaştırması değil, bizimle benzer durumda olan ülkeler ekonomilerine çok daha başarılı bir şekilde yönetip pek çoğu bizi geçmiş olmasına rağmen hala bunu Türkiye'deki seçmenlerin %45'ine mucize diye yutturabilmesinde!

*****************

Erdogan's Economic Success: Miracle or Myth?

International media had been full of articles over the last 10-11 years that talked about the miracles Erdogan's AKP government was performing when it came to the Turkish economy. I am no trained economist, and even as an amateur I know talking about GDP (current $) , or GDP per capita (current $) is not the best way to talk about economic success. Those two figures, however, have usually been touted by the government and its supporters in every occasion.

You will hear AKP representatives talk, and Erdogan trolls write about tripling GDP per capita, or almost quadrupling total GDP on every possible occasion. I thought I would share a simple analysis that shows exactly how the Turkish economy fared compared to its peers for 10 years prior and 10 years during the AKP rule.
The method of the analysis is quite simple really. I looked at the GDP per capita level for Turkey for the year 2002. Then, identified the countries that had 40% more (15 countries) and 40% less (16 countries) GDP per capita than Turkey. I then looked at the historical data for these countries on the Worldbank Databank.

At first glance, (if one looks at Turkey's performance alone) it appears that the AKP government was vastly successful. After all, the GDP per capita had grown by only %25 between 1992 and 2002 in Turkey, while it went up to $10,666 from $3,576 under Erdogan's AKP government. Compared to EU averages that looked like a great achievement, and Erdogan has certainly advertised this as his economic miracle

The real story behind the numbers is quite different, though. When you look at how things changed around the world, it's a more appropriate analysis to look at how Turkey's peer countries, in other words its competitors, performed during the same periods. From 1992 to 2002, it is true that Turkey's GDP per capita grew only by %25, but Turkey achieved this while its competitors' GDP per capita shrank by 5%; and went down to $2,799. For the period AKP has been in power, the world economic outlook was a whole a lot different. These same countries, Turkeys economic rivals almost quadrupled their GDP per capita figures (up to $10,951 from $2,799). Turkey also enjoyed success but its GDP per capita for 2012 was only triple the amount of 2002. Improving an economic figure by 3 times all  of a sudden doesn't look like much of an economic miracle when you learn that everyone else grew their 4 times as much, right? Which one do you think signals better economic management: achieving 25% growth while all your other rivals shrank by 5%, or achieving 200% growth when your competitors all surpassed you and grew by 290%?

For those who like to look at the figures more from a market share perspective: The size of the Turkish economy represented % 12.4 of the total GDP accounted for by all those countries who had GDP per capita ranging from $2,146 to $5,006 in the year 2002. By 2012 the share of Turkish GDP among the same group of countries had gone down to %10.1. Am I the only one who thinks no CEO would have gotten away with spinning a loss of market share from %12.4 to %10.1 as economic success?

Again, current $ GDP figures are not necessarily the best way to gauge economic success. There are many other economic indicators. There are also costs associated with economic growth. I had shared earlier in one of my Turkish postings how Turkey was growing in an environmentally irresponsible way (Turkey is the only OECD country that increased its greehouse gas emissions per GDP $ between 1990 and 2010). And there is, of course, the social cost of Erdogan's government. This economic success (which is not really that successful compared to Turkey's rivals) have come at a great expense in the form of extreme polarization in the country. Turkey is now a ticking bomb where 45-50% of the country is continuously being pitted against the other half. Such dire social and environmental circumstances coupled with rivals who clearly outperformed Erdogan's economy makes all this economic success talk more like a myth, doesn't it?

Sunday, 30 March 2014

AKP'nin oyları nereden nereye?

Bu ülkenin iktidar partisinin karşısındaki grup olarak farklılığımız objektif bir şekilde halkın bize sunduğu sandık sonuçlarını analiz edip bundan sonraki stratejilerimizi buna göre belirlemek olmalı. Bazılarınız havluyu atıp ülkeyi terk etmeyi düşünebilir, bazıları için ise bu tablodan çıkan tek alternatif yeniden sağda güçlü bir oluşum kurulmasını sağlamak ve onun içinde yer almak olabilir. Bizim ailecek Kanada'dan dönme ihtimalimiz zayıf bu aralar ama asıl önemli olan Türkiye'de sizlerin ne yapacağı...

Ben sadece bu tabloya bakarak gördüklerimi söylemek istedim. Burada AKP'nin en önemli başarısının 2002 yılında AKP dışındaki sağ partilere giden oyların neredeyse tamamını eritmiş olması. 2002 yılında %25 civarı olan bu oran, 2014 yerel seçimleri itibari ile %3'e düşmüş. Bu %25'lik rakamın içinde 2002 seçimlerinde çeşitli şaibelerle %7 civarı oy alan Genç Part'nin kayboması ile tekrar MHP'ye dönen bir kısım oy var. 


Bu kısa analiz ve blog yazısının bir amacı da Cemaat oylarının ne kadar olduğunu merak edenler için benim hesaplarımı göstermek. AKP sağdaki diğer partileri eritip yoketme planlarını büyük ölçüde 2011'de tamamlamıştı zaten. 2011'den bu yana bir %0.5'lik kayma daha olmuş, ki bunun büyük çoğunluğunun AKP yönüne gittiğini tahmin eder, ve de AKP'nin şu anda geldiği noktayı değerlendirirsek, Cemaat'in oyları %5 civarıymış gibi bir sonuca varıyorum ben.  Bu oyların bir kısmı Saadet Partisine gitmiş görünüyor.

Peki Gezi olaylarına, yaşanan herşeye, ülke olarak neredeyse bölünme noktasına gelmemize rağmen neden sadece Cemaat oyları çıkmış görünüyor AKP'den. Bence bunun ana kaynağı ekonomi ile ilgili genel algı. Hala insanlar Türkiye'nin ekonomisindeki başarıyı AKP'nin mucizesine bağlıyorlar. Benim sağda solda 2000-2012 yılları arasında zaten dünyada GDP sıralamasında bizim altımızda olan ülkeler %185 büyümüş, biz ise %196... yani bu o kadar da abartılacak bir başarı değil. Tayyip "mucizesi" olmasa da bu ülke batmayacaktı, gelecekte de batmayacaktır desem de pek anlatamıyorum.

Yukarıdaki tabloda yer alan sonuçlar 31 Mart 2014 01:00 itibari CNNTurk sayfalarında yayınlanan ve sandıkların %80 civarı açılmış olduğunun ilanı ile yayınlanmış olan oranlardır. AA'nın seçim sayfasında ciddi hesap hataları gördüm. Onun için bu rakamlara göre bir analiz yaptım.. Ama Excel tablosu hazırda bekliyor. Yarın kesin sonuçları da ekleyip ona göre konuşabiliriz...
  • Not: Tablo'da 2004 yılında Etnik Kürt Kimliğe dayalı partilerin oylarının %1'e düşmüş gibi görünmesinin sebebi o yerel seçimlerde DEHAP ve SHP'nin işbirliği yapmış olmasndan dolayı. O oylar geçici olarak Sosyal Demokrat ve Sol oyları yükseltmiş gibi görünüyor ama belli ki bu işbirliğine tepki oyları da olmuş ve bir kısmı AKP ve diğer sağ partilere yönelmiş o dönemde. yoksa Etnik Kimliğe Dayalı Politika yapan partilerin %7 civarı bir oyları var gibi görünüyor.
_______________________________________________________________________________________

And here's the english version of the same analysis I've shared above. It explains how distribution of the votes have changed since 2002 (which is the first year AKP came to power). These results are based on what had been reported on CNNTurk.com at 1 am with 80% of the ballots in. Note that AKP had a higher percentage of votes in the early hours of the vote count (if some of you have seen slightly higher totals for AKP, that is why). The results in the morning, with 98% ballots counted, is very similar to what I had in my table at 1 a.m. so I haven't updated it yet as of 9 am in the morning Turkish time.


Friday, 28 March 2014

En büyük komployu kendi kendimize kuruyoruz!

Biz yine seçim öncesi tapeleri, bize komplo kuran dış mihrakları konuşaduralım, bu ülkede kürsülerden haykırılan nefret söylemlerinin bini bir paraya düşmüşken, yol üstü köprülerinde "AKP iktidarında bilmemne şu rakamdan bu rakama çıktı" reklamları ile gözümüz boyanırken hergün: Bu ülkede Twitter'da, YouTube'da konuşulanlar, yazılanlar değil, konuşmadıklarımız sorun! Ülkemizin geleceğine yönelik, bizim dünyaya ve çocuklarımıza karşı sorumluluğumuza yönelik en büyük komployu kendi kendimize kuruyoruz farkında değiliz. Gerçi itiraf etmeliyim muhalefet partileri bu konuda herhangi bir adım attılar da her zaman yaptığı gibi muhalefetten gelen her öneriyi, her uyarıyı otomatik olarak yok sayan AKP hükümetinin mi umurunda olmadı, yoksa muhalefet de en az iktidar kadar suçlu mu bu konuda bilmiyorum. Ama muhalefetin yapabileceği sonuçta bir kaç önerge vermekten ibaret. 12 yıldır bu ülkenin geleceğini şekillendirmek üzere halk tarafından seçilip başa gelmiş olan "iktidar" bu komplonun sorumluluğundan hiç bir koşulda kaçamaz. 

Nedir bu komplo dediğim? Hani şu son 20-30 yılda her savaş, işgal, bölgesel çatışma vs.'nin altından çıkan ENERJİ sorunu var ya, işte onunla bağlantılıdır bu kendi kendimize kurduğumuz, ve AKP iktidarının da tersine çevirmek için hiç bir şey yapmadığı komplo. Bu hafta, 26 Mart 2014 günü, TÜİK Sürdürülebilir Kalkınma Bültenini yayınladı. Ben de bu yaz yatmış olduğum kış uykusundan bir ağaç tarafından uyandırıldığımdan beri merakımdan, her açıklanan bültene bakıp, bize anlatılanlarla, anlatılmayanları araştırmayı dert edindim ya kendime... İşte bu seferki araştırmanın sonuçları:

TÜİK Sürdürülebilir Kalkınma Bülteninde Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Yurtiçi brüt enerji tüketimizdeki payı ile ilgili rakamlar var. Bu hafta yayınlanan bültenin bir de eskisini buldum üstelik. 2000, 2005, 2008-2012 yıllarına kadar giden rakamlar var bu raporların içinde gizlenmiş. 

Yenilenebilir Enerji deyince hani şu son yıllarda teknolojinin ilerlemesiyle çok büyük kazanımlar sağlanan güneş enerjisi, rüzgar enerjisi vs. gibi bizi ekonomimizin sırtındaki en büyük yükü (enerji bağımlılığımızı) kendi kaynaklarımızdan azaltmamızı sağlayacak olan enerjiden bahsediyorum... Yani bir ülkenin toplam enerji tüketiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının oranı ne kadar yükseliyorsa, hem ekonomisi için o kadar iyi, hem de çevreye verdiği zararı minimize etmesi açısından dünyaya, yarınlarımızı bırakacağımız çocuklarımıza karşı sorumluluğumuzu yerine getirmek açısından önemli. Türkiye'nin durumuna bakmak tek başına yeterli olmaz diye, her zamanki gibi üşenmeyip başka kaynaklara da baktım. Avrupa Birliğinin Eurostat sitesinde buldum aradığım değerleri... Hem de hadi haksızlık olmasın şöyle Avrupa'nın kallafi devletlerinin bu konuda yatırım yapacak çok parası vardır, biraz Türkiye'nin dişine göre olanlara bakayım dedim. Ve karşımıza çıkan tablo içler acısı... 2000 yılında Türkiye'nin toplam enerji tüketiminden yenilenebilir enerji kaynaklarının payı %12.5'miş. Son bilgilerin verildiği 2012 yılı sonunda ise sadece %10. Aşağıdaki grafiğe sadece 10 saniye bakan birisinin çok kolaylıkla görebileceği gibi bu oranın başladığı noktaya göre 2012 yılı sonunda daha alt seviyeye düştüğü bizden başka hiçbir ülke yok! Yenilenebilir enerji konusu oldukça yeni bir konu... istatistiklerde daha eskilere giden veri bulamadım maalesef.. Ama görünen o ki bizim 2000 yılında bulunduğumuz nokta bu ülkelerin pek çoğundan ilerdeymiş ve şu anda geriye düşmüşüz.


Gelelim çevre ile ilgili bir başka konuya... Hani çevreciliği çok iyi bildiğini meydanlarda her fırsatta haykıran devlet büyüklerimiz var ya, onların ayaklarının biraz olsun yere basmasını sağlar mı acaba diye yaptığım bir başka analiz. Aşağıdaki tablo seragazı emisyonları ile ilgili... hani şu çok meşhur ozon tabakası var ya, çevre uzmanlarının her geçen gün nasıl zarar verdiğimizden bahsettiği... dünyanın yaşadığı iklim değişikliğinin, bununla beraber gelen kuraklıkların, çevre felaketlerinin pek çoğunun kaynağı olarak gösterilen şey... İşte seragazı emisyonları bu yüzden önemli. Bu defa OECD sayfasında buldum merakımı giderecek rakamları. Maalesef sadece 1990 ve 2010 yıllarını kıyaslıyordu.. 20 yıllık bir dönem ve bunun 8 yılını aralıksız olarak ve tek başına bir iktidarla AKP yönetti. İşte bakınız o dönemde ne olmuş OECD ülkelerinde. Tabloyu iki gruba ayırdım. Üst kısımda 1990 yılında, başlangıçta Milli Gelirlerine oranla çevreye verdikleri zarar (Seragazı Emisyonu olarak) bizim seviyemize en yakın olan ülkeler var. Bu ülkeler 20 yıllık süre içinde kişi başı milli gelirlerini ne kadar arttırmışlar, ve bunu gerçekleştirirken de Seragazı Emisyon oranları ne olmuş göstermek istedim.. Alt kısımda da başlangıçtaki kişi başı gelirleri bize yakın olan, yani 1990'lı yıllarda bize yakın gelir düzeyinde olan, gelişmekte olan OECD ülkelerinin durumu var. Lafı fazla da uzatmaya gerek yok: Bu 20 yıllık sürede bizim Milli Gelire oranla dünyaya verdiğimiz zarar %3 artmış. Başka çevresine, ülkesine, dünyaya 1990'da bulundukları seviyeden daha fazla zarar veren OECD üyesi var mı? YOK! 

Şili bize nispeten yakınmış başlangıçta; Maceristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve Polonya bizim çok çok üzerimizde.. ama tüm bu ülkeler 1990'dan 2010'a kadar olan süreçte hem kişi başına düşen milli gelirlerini bizden çok daha yüksek oranda arttırmışlar, hem de Şili, Maceristan ve Slovakya bizden de düşük seviyelere getirmiş Seragazı Emisyonlarını.


"Eh canım, bu gösterilen sürenin sadece 8 yılında AKP vardı... kesin AKP'den önce yükselmiştir" diyenlere de yukarıdaki ilk grafiğe bakmalarını tavsiye ederim. Yenilenebilir enerji kaynaklarındaki vahim durum, AKP iktidarında bu konuda geriye gitmiş olmamız, son 8 yılda neler olduğu ile ilgili çok açıklayıcı ipuçları içeriyor. Yenilenebilir enerji sadece enerji bağımsızlığını değil, çevre bilincini de temsil ediyor.

İşte a dostlar, bana kalsa biz tapeleri, dış mihrakların kurduğu komplo teorilerini filan konuşmasak da, işte bu kendi kendimize kurduğumuz, çocuklarımızın geleceğine kurduğumuz bu komployu konuşsak biraz. Her köşeye AVM yapmakla, duble yol yapmakla (tabii bunlar yapılırken bir yandan ayakkabı kutularını doldurmakla) olmuyor bu iş. Bunları konuşanların belediye başkanları ve iktidar partisi olabileceği güzel günler dileğiyle...

Saturday, 15 March 2014

BİLAL ERDOĞAN'A AİT ŞOK GÖRÜNTÜLER!

Bir süredir boşlamıştım blog sayfasını. Malûm çok gezince yazmaya vakti pek kalmıyor insanın... Facebook'taki dostlarımla bir iki ekonomik analiz paylaşmıştım son bir ay içinde ama Basri gibi çok okumayınca, yazmak için bir ilhama ihtiyacı oluyor insanın... O ilhamı bir fotoğraf verdi bu defa...

Hem de çok sansasyonel bir fotoğraf.

Meğer, biz babacığı ile etrafı yüksek duvarlarla çevrilmiş villalarından birinde tatil yaptığını zannederken, Bilal Erdoğan bu yaz Müslüman Kardeşlerin General Sisi'ye karşı düzenlediği gösterilere katılmış. Üstelik ellerinde demir çubukların, sopaların olduğu öfkeli bir grubun içindeymiş. Giderken de (artık ayakkabı kutusunda mı, bavulda mı bilemeyeğim) yüklü miktarda para götürmüş Müslüman Kardeşlere. Babasının talimatıyla tabii....Rivayet diyeceğim ama fotoğrafı da çıktı şimdi. Çok gezince çok insan tanımak mümkün oluyor... İşte öyle tanıdıklarımdan birinden aldığım bu fotoğraf ve bilgilere göre meğer Başbakanımızın ve eşinin televizyonlara çıkıp göz yaşı dökmesinin sebebi Esma değil, o sıralar olaylar kızışınca bir süre haber alamadıkları kendi oğullarıymış.

Öyle ya, Sisi'nin askerleri gaz fişeklerini kullanım talimatları doğrultusunda belli bir açıyla havaya atsalar kimse ölmez ama, ya İstanbul'da galeyana gelenler, kraldan çok kralcı olan polisler gibi inadına inadına insanların kafasına nişan alarak basarlarsa o tetiğe. Çok pişman olmuş başbakanımız Bilal'i paraları götürsün diye oraya gönderdiğine ama Bilal'den haber alana kadar, baba yüreği tabii, saatlerce haber beklemiş istihbarat örgütlerinden.

Neyse, Allah'tan sağ salim dönmüş de Bilal Erdoğan, başbakanımız ve ailesi rahat bir nefes almış. 

*  *  *  *  *  *

Şimdi bu fotoğrafı gören muhalefet partileri yarın sokaklara çıkıp:

"Gezicilere yakıp yıktılar derken, senin oğlunun bu kalkanlarla, demir çubuklarla, sopalarla yürüyen insanların arasında ne işi var?"

"Bir de 14 yaşında çocuğun elinde sapan var dedin, demir bilye var dedin. Senin oğlun demir çubuklarla sokaklara çıkmışken, nasıl böyle konuşursun?"

"Senin oğlun da terörist, baksana terörist gibi adamlarla sokaklarda!"  derlerse ne olur? 

Tabii fotoğrafı gören bir sürü kişi de:

"Ne Bilal'i canım? Bilal'in orada işi ne? Zaten hiç benzemiyor."

"Ona benzeyen bir adamın fotoğrafını bulmuşlar, yalan söylüyorlar."

"Montajdır montaj. Montaj değilse dublördür o." diyecektir muhtemelen. 

Ama ben her iki grubun da sabredip yazının tamamını okumalarını umuyorum.

*  *  *  *  *  *

Bilgisayar teknolojilerinden biraz anlayanlar bilirler ki fotoğrafları montajlamak, 10 dakikalık karşılıklı konuşmaya dayalı telefon sohbetlerini montajlamaktan çok daha kolaydır. Öyle ki 40'ını aşkın, hayatında hiç grafik tasarımı okumamış, bilgisayar programcısı, hacker filan olmayan birisi bile, biraz bilgisayardan anlıyorsa fotoğrafları çok kolay montajlayabilir. Bu yazıyı bir sosyal deney olarak yazıyorum bir bakıma. Facebook'tan ve twitter'dan paylaşacağım bir resim nasıl bir tepki yaratacak merak ediyorum. 

Ne de olsa kendilerine en ufak bir "ipucu" servis edildiğinde, yüreklerinde evlat acısı olan bir anne babanın:
"Sadece ekmek almak için çıkmıştı o pazar sabahı oğlumuz sokaklara" demesini umursamayan, o resmin Berkin olup olmadığını, görüntüdeki fotoğrafın aynı gün çekilip çekilmediğini bilmeden, 14 yaşında bir çocuğu terörist ilan eden, başta bir ülkenin başbakanı olmak üzere, binlerce insan var. Böyle olduğu için de Berkin'e bir rahmet, ailesine bir başsağlığı dilemeyi zul gören milyonlar...

Bu fotoğraf Berkin'e aitse, ve bir (kaç) gün önce Taksim'de gösterilere katılmış olsa 14 yaşında bir çocuk, ölümü hakediyor mu? Velev ki, o sabah ekmek almaya giderken, elinde sapanla bilye atmış olsa, bu resmi bize sunabilenlerin elinde nasıl oluyor da onu vuran fişeğin hangi polis tarafından atıldığını gösteren, etraftaki onlarca kameradan birinden alıntı, tek bir fotoğraf ya da delil bulamayıp, tam 275 gündür bu olayın faili olan polisi (polisleri) adalet önüne çıkaramıyorlar?

*  *  *  *  *  *

Geçtiğimiz yaz Gezi Park'ı olaylarında sokaklara dökülen insanların çok büyük çoğunluğu, Başbakanımızın meydanlarda haykırdığı gibi terörist, marjinal grup filan değildi. Onun için Cami'de içki içildi, Kabataş'ta başörtülü bacımıza 70-80 gösterici (hem de deri pantalonlu, üzerleri yarı çıplak) saldırdı gibi haberler çıkınca, hiç inanası gelmese bile insanın, küçücük bir acaba kuşkusu ile, onlar utandı. 

Nereye kadar devam edebilir, bir başbakanın dilindeki, kendinden olmayana karşı nefret söylemi? Ne zaman koltuk sevdasından (ya da yapılan yolsuzlukların bir gün cezasını çekme korkusundan) dolayı birbirine her geçen gün düşman edilen bir ülke, ne zaman bir ulus olmaktan çıkıp, bir savaş alanına döner?  Bizi yöneten politikacılar, hoşgörü ve empati ile konuşmayı öğrenmedikçe, sonucu ne olursa olsun, 30 Mart'ta yapılacak yerel seçimler bizi tekrar bir ulus, bir millet yapamayacak. Ama yine de iki seçenek var 30 Mart'ta oy kullanmaya gidenlerin önünde. Özellikle de AKP'ye oy vermiş ya da vermeyi düşünenler için. Ya yerel seçimlerde AKP dışında partilere oy vererek, başbakanımız ve parti yöneticilerine ufak bir ders verecek halkımız. "Bu zamana kadar yaptıklarınızı takdir ediyoruz, ama bu ülkenin kavgaya sürüklendiğini görmek istemiyoruz" diyecekler. 

Ya da  "Bizden olmayan defolsun gitsin, gitmiyorlarsa da gerekirse iç savaş çıksın, bizim ülke de Suriye gibi olsun. Nasılsa çoğunluktayız, hepsini defederiz bu ülkeden" diyerek, bu ülkeyi AKP'den başka yönetecek bir başka parti, o partiyi de Recep Tayyip Erdoğan'dan başka yönetecek daha aklı başında, hoşgörülü bir lider olamayacağına olan inançlarını teyit edecekler. 

Bu ülkenin geleceği, önümüzdeki yıllarda kaç Berkin, kaç Ali İsmail, kaç Burakcan'ların daha öleceğini tayin etme gücü tamamen AKP seçmeninin iradesinde. Bütün yük ve sorumluluk onların omuzunda. Komplo teorilerinin filan hepsini bir çırpıda yıkmak da onların ellerinde, bu ülkeyi daha fazla kana ve kavgaya sürüklemek de. Nasıl oluyor da AKP'ye oy vermeyenlerin hiç sorumluluğu yok diyenlere cevabım şu: Onların kime oy verdiği bir şey değiştirmez ki. Bu halk bu başbakana "Bizi birbirimize düşürmekten vazgeç. Atamıza ayyaş, seninle aynı fikirde olmayanlara çapulcu, terörist diyemezsin. Bu halka hizmet etmiş olabilirsin ama bu sana ve çocuklarına, bakanlarına, haksız kazanç elde etme, cepleriniz doldurma hakkı vermez" mesajını vermedikçe, benim ve benim gibi düşünenlerin kime oy verdikleri hiç önemli değil. Çünkü AKP'nin karşısında tek bir fikir, tek bir parti, tek bir lider yok. O bu söylemlere, ve de yolsuzluklara devam ettiği sürece, insanlar sokaklara çıkacak, bunun geri dönüşü yok. Tek çare AKP'ye şapkalarını önlerine alıp düşünmeleri gerektiğini hatırlatan bir mesaj vermekte. Bu mesajı da ancak AKP seçmeni verebilir.

*  *  *  *  *  *
Buraya kadar sabredip de bu yazıyı kaç AKP seçmeni okur, pek de umutlu değilim. Ama dediğim gibi uzatmamın bir başka sebebi daha var. Bu bir sosyal deney. Facebook'tan, Twitter'dan sadece yukardaki resmi paylaşınca ne olacağını merak ediyorum. 

Resimdekinin Bilal Erdoğan olmadığını düşünenler yanılıyor. Gerçekten de fotoğrafta görünen yüz ona ait. Sadece benim Fatos_CokGezen Twitter hesabımdan daha önce defalarca paylaştığım bir fotoğrafa, internetten kolaylıkla bulduğum bir Bilal Erdoğan yüzü montajladım. Eh, bir de 17 senedir bir yazarla evli olursa insan, doğal olarak senaryo yazma hastalığı eşine de bulaşıyor. Fotoğrafın arkasındaki, bu yazının başlarındaki komplo teorisi de tamamen benim uydurmam.

Belki biraz ortalamanın üstünde bir bilgisayar kullanıcısıyım ama ne Grafik Tasarımı okuyup Photoshop dersleri aldım, ne de bilgisayar programcısıyım. Sadece geçen yaz Herşey Bir Ağaçla Başladığından beri, artık canımıza tak dedi diyen 42 yaşında bir üniversite çalışanı ve anneyim. Ben AKP iktidarının sadece 3 yıldan az kısmında Türkiye'de yaşamış olsam da, bu iktidarın yaptığı ve takdir ettiğim hizmetler olduğunu inkar edemem. Bunun için kendilerine teşekkür ederim. Ama bu yaptıkları herşeyi de beğendiğim anlamına gelmez, hatta pek ço yanlışlarının da olduğunu düşünüyorum. Ve şimdi durum çok farklı... Geçmişte yapılmış hiçbir hizmet bir milleti kutuplara bölen (bir de üstelik ailece milyon/milyar dolarları cebine atan) bir iktidarı mazur gösteremez. Zaman (benim bakalım bu işin sonu nereye gidecek diye merakla paylaştığım bu montaj dahil olmak üzere) montajlara, dublajlara göre değil, vicdanımızın sesini dinleyerek bu ülkenin geleceği için bizi yönetenlere 30 Mart'ta küçük bir mesaj verme zamanı! Zaman birbirimize (başörtüsü yasağında olduğu gibi) yapılmış bir haksızlık varsa bunların hepsine birlikte kızma, çocukları ölen anne ve babalarla, ölen kim olursa olsun, beraber ağlayabilme zamanı...

Yeter artık bizi birbirimize düşürdüğünüz, diyebilmek için,  kendinizi başka hangi partiye yakınlık hissediyorsanız Ampül dışında bir yere mührü basma zamanı!

Wednesday, 20 November 2013

Gezi için yapılmış güzel bestelerden biri

Bu yaz Gezi'ye destek olmak için hepimiz bizi derinden etkileyen fotoğrafları, videoları, Gezi destekçilerinin harika şarkılarını, korolarını paylaşırken nasıl olmuş da bunu atlamışım?

Ata Evren Özdemir anladığım kadarı ile Toronto'da yaşanan Kanadalı bir Türk ve Haziran sonlarında Gezi için yazmış bu şarkıyı. Klip'in başı sanıyorum Memet Ali Alabora'nın CNN konuşmasıyla açılıyor, ama devamında da o güzel hiphop/rap beste.




Sözleri de şöyle (vakit bulursam akşama Türkçeye çevireceğim):


LYRICS

It all started with a tree
(Yeah a tree), and you can't cut it down

It started with a tree can you hear that sound
It's the people (the people)

Now what you gonna do?
Everybody stand up no body move

It's a moment (a moment)
That we all really need
Finally awake we've been living in a dream

And everybody knows that we got to break free
It's all going down and it started with a tree!

You can't have it
We said you couldn't cut it down

This is our people
This is our sound

This is our music
This is our voice

This is our movement
This is our choice

Get yourself out there get yourself heard
You can change the world with the power of the word

Enough is enough and we ain't gonna stop
Too many people, not enough cops!

It all started with a tree
(Yeah a tree), and you can't cut it down

It started with a tree can you hear that sound
It's the people (the people)

Now what you gonna do?
Everybody stand up no body move

It's a moment (a moment)
That we all really need
Finally awake we've been living in a dream

And everybody knows that we got to break free
It's all going down and it started with you tree!


SÖZLERİN TÜRKÇE TERCÜMESİ

Herşey bir ağaçla başladı 
(evet bir ağaç) ve onu kesemezsiniz

Bir ağaçla başladı, duyuyor musun o sesi? 
Halk bu (halk)

Şimdi n'apıcaksın?
Haydi herkes ayağa kalsın, kıpırdamasın kimse

Bu hepimizin gerçekten ihtiyaç duyduğu
bir an (bir an)
En sonunda uyandık, uzun zamandır bir rüyada yaşıyorduk

Ve herkes zincirlerimizi kırmamız gerektiğini biliyor
Tüm bunlar oluyor ve bir ağaçla başladı hepsi

Alamazsınız
Kesemeyeceğinizi söyledik size

Bu bizim halkımız
Bu bizim sedamız

Bu bizim müziğimiz
Bu bizim sesimiz

Bu bizim hareketimiz
Bu bizim tercihimiz

Atın kendinizi oralara, ve sesinizi duyurun
Dünyayı bir sözün gücüyle değiştirebilirsiniz

Yeter artık yeter, ve artık durmayacağız
Bir sürü insan var, yetmez polisiniz

Herşey bir ağaçla başladı 
(evet bir ağaç) ve onu kesemezsiniz

Bir ağaçla başladı, duyuyor musun o sesi? 
Halk bu (halk)

Şimdi n'apıcaksın?
Haydi herkes ayağa kalsın, kıpırdamasın kimse

Bu hepimizin gerçekten ihtiyaç duyduğu
bir an (bir an)
En sonunda uyandık, uzun zamandır bir rüyada yaşıyorduk

Ve herkes zincirlerimizi kırmamız gerektiğini biliyor
Tüm bunlar oluyor ve bir ağaçla başladı hepsi

They can take away justice, take away law
Take away freedom, that's what we saw

They talk about peace but they really want war
The world is watching they wont get far

Revolution, it can happen in a day
Don't be afraid of the things they say

We all come together and we can't be stopped
Too many people, not enough cops!

It all started with a tree
(Yeah a tree), and you can't cut it down

It started with a tree can you hear that sound
It's the people (the people)

Now what you gonna do?
Everybody stand up no body move

It's a moment (a moment)
That we all really need
Finally awake we've been living in a dream

And everybody knows that we got to break free
It's all going down and it started with you tree!

Bir, iki, uc, dort

The poets, the artists, the thinkers and writers
The cryptic, the passive aggressive reciters

The actors, musicians, the painters and dancers
They jail us for freedoms of taking our chances

The lovers, the haters, the gays and the straighters
The drinkers, the smokers, the laughers and jokers

The socially awkward, the mamas and papas
The farmers and croppers, the big city shoppers

They sell us, they trade us
They love us, and hate us
They claim that we voted them in so they made us

And last but not least they will give us the knowledge
Of mass education through government college

And they won't apologize, they wanna beat us
And hit us with bullets and forcefully feed us

And now that we've told them that we've had enough it
We will not take it and let them be rough with it

We give them power and we gave them places
And teach them a lesson they'll never erase

So people awaken and finally see

It all started with a tree
(Yeah a tree), and you can't cut it down

It started with a tree can you hear that sound
It's the people (the people)

Now what you gonna do?
Everybody stand up no body move

It's a moment (a moment)
That we all really need
Finally awake we've been living in a dream

And everybody knows that we got to break free
It's all going down and it started with you tree!

We, the Free Peoples of Earth

Declare that Now, upon this Monumentus Occasion of Solidarity

As we stand side-by-side, arm in arm, shoulder to shoulder

Our hearts full of Love, and Compassion, with Understanding, and Acceptance of all that we

face in the eyes the adversity,

Together as One, Man, Woman and Child,

A community, a collective, and most importantly a Revolution of expression

Non-judgmentally driven,

Without persecution of beliefs,

Or the undermining of those with differing values,

Side-by-side, in the name of humanity, of morality and equality for all people

Free from oppression and intolerance, arrogance and tyranny

Unscathed by the unapologetic nature of power and greed

Unmoved by the fear and persuasion

Steadfast in our resolve

Without fear of brutality,

Relentless and merciless savagery

Together we stand for our brothers, our sisters, our elders and our children

Now is the time to move past the lies, the hatred, and the domination of the human spirit

To create a better world, inspired by Unity, Harmony, Education, Opportunity, consideration and

Empathy,

Unwavering as a mountain

Deep rooted as a tree, from now and forever

As one people we will stand strong

As one people we will stand free

And as we stand here side by side

Remember, that it all started with One Tree.
Adaleti alabilirler, alabilirler hukuğu
Özgürlüğü alabilirler, bizim gördüğümüz bu

Barıştan bahsediyorlari ama aslında istedikleri savaş
Dünya seyrediyor, pek ileri gidemeyecekler

Devrim, bir günde olabilir
Onların söylediklerinden korkmayın

Hepimiz bir araya geldik ve durduramazlar bizi
Bir sürü insan var, yetmez polisiniz

Herşey bir ağaçla başladı 
(evet bir ağaç) ve onu kesemezsiniz

Bir ağaçla başladı, duyuyor musun o sesi? 
Halk bu (halk)

Şimdi n'apıcaksın?
Haydi herkes ayağa kalsın, kıpırdamasın kimse

Bu hepimizin gerçekten ihtiyaç duyduğu
bir an (bir an)
En sonunda uyandık, uzun zamandır bir rüyada yaşıyorduk

Ve herkes zincirlerimizi kırmamız gerektiğini biliyor
Tüm bunlar oluyor ve bir ağaçla başladı hepsi

Bir, iki, üç, dört

Şairler, sanatçılar, düşünürler, yazarlar
Gizemliler, pasif agresif ezberciler

Aktörler, müzisyenler, ressamlar ve dansçılar
Şansımızı kullanma özgürlüğümüz için bizi hapse atıyorlar

Aşıklar, nefret edenler, homoseksüeller ve heteroseksüeller
İçki içenler, sigara içenler, gülenler ve espri yapanlar

Sosyal becerisi olmayanlar, analar ve babalar
Çiftçiler ve ekinciler, büyük kent alışverişçileri

Bizi satarlar, değiş-tokuş yaparlar
Bizi severler ve nefret ederler
Onlara oy verdiğimizi söylüyorlar, o yüzden bizi yarattıklarını

ve son olarak da bize devlet üniversitelerinde kitlesel eğitimle bilgiyi vereceklerini iddia ediyorlar

Ve özür dilemeyecekler, bizi dövmek istiyorlar
Kurşunla vurup bizleri, zorla doyurmak istiyorlar

Ve biz şimdi onlara artık yeter dedik
Daha fazla katlanmayacağız, bırakın haşin olsunlar

Onlara gücü biz verdik, ve mekanlara
Şimdi asla silemeyecekleri bir ders vereceğiz onlara


Bu yüzden insanlar, uyanın ve sonunda görün

Herşey bir ağaçla başladı 
(evet bir ağaç) ve onu kesemezsiniz

Bir ağaçla başladı, duyuyor musun o sesi? 
Halk bu (halk)

Şimdi n'apıcaksın?
Haydi herkes ayağa kalsın, kıpırdamasın kimse

Bu hepimizin gerçekten ihtiyaç duyduğu
bir an (bir an)
En sonunda uyandık, uzun zamandır bir rüyada yaşıyorduk

Ve herkes zincirlerimizi kırmamız gerektiğini biliyor
Tüm bunlar oluyor ve bir ağaçla başladı hepsi

Biz, bu dünyanın ögür insanları

Bu büyük birlik fırsatının olduğu an ilan ediyoruz

yan yana, omuz omuza dikilirken

kalplerimiz sevgi, şefkati, anlayış dolu

ve zorlukların gözünde karşımıza çıkanları kabul ederek

Hep birlikte tek olarak, bir adam, kadın ve çocuk

Bir topluluk, bir kollektif ve en önemlisi bir ifade devrimi

yargılayıcı olmayan bir tutumdan beslenen

İnançlara zulümün olmadığı

ve bizden farklı değerlere sahip olanların kuyusunun kazılmadığı

Yanyana, insanlık, ahlak ve herkes için eşitlik adına

Baskılardan, hoşgörüsüzlükten. kibir ve zulümden uzak

Güç ve açgözlülüğün özür dilemez yapısındn yara almamış

İkna ve korkuya karşı yerinden kıpırdamayan

Azmettiklerinde kararlı

gaddarlıklardan, 
durmak bilmeyen ve acımasız vahşiliklerden korkmadan

Hep birlikte erkek kardeşlerimiz, kız kardeşlerimiz, büyüklerimiz ve çocuklarımız için duruyoruz

Şimdi yalanları, nefreti, insan ruhu üzerindeki hakimiyeti aşmanın zamanı

Birlik, ahenk, eğitim, fırsatlar, düşüncelik ve empatiden ilham almış daha iyi bir dünya kurmak için

Bir dağ gibi yıkılmadan

Ağaç gibi derin kökler salarak

Şimdi ve sonsuza kadar

Tek bir halk olarak güçlü duracağız

Tek bir halk olarak özgür duracağız

Burada yanyana dururken
Unutma,
Her şeyin Bir Ağaçla başladığını





ı

Monday, 18 November 2013

Kaçırılmış fırsatlar

AKP iktidarının başarısı (!) ile ilgili grafiklere devam...

Bunları ben mi görmüyorum Türk haber sitelerinde yoksa bilumum AKtimlerin "şöyle harikalar yarattık, böyle harikalar yarattık" propagandaları arasında yandaş medya sütunlarında bunlara yer mi kalmıyor, bilemiyorum.

Biz bu yaratılan ekonomik harikaların hayalleri ile uyuyaduralım, matbaanın Osmanlı'ya neredeyse 300 sene geç gelmesi gibi, yeni enerji teknolojilerine yatırım konusunda Avrupa'daki rakiplerimizin hızla gerisinde kalıyoruz.

Yenilenebilir enerji konusunda nerede olduğumuz kolayca anlamak için EuroStat istatistiklerinde yer alan bilgilere göz atmak kâfi. 2002-2011 yılları arasında tamamı AKP iktidarına denk gelen bu dönemde, karşılaştırması kolay olsun diye bizimle aynı kapasitede başlayan 2 kaynak daha seçtim. Biri Almanya, diğeri de Avrupa Birliğine üye olan son 10 ülkenin toplamını gösteren veri toplamı. Yukarıdaki grafikte Türkiye'yi temsil eden mavi renkli trend çizgisiyle, turuncu ve gri olanı karşılaştırdığınızda aramızda açılmakta olan uçurumları göz ardı etmek mümkün değil.  Bir de yazılı olarak söylemek gerekirse (rüzgar, güneş, jeotermal ve bioatıklardan üretilen) yenilenebilir enerji kaynağı üretimimizi 10 senede, biz, %12 artırmışız. Eh, ne güzel işte diye bunu da pazarlayanlar çıkacaktır yakında... Gelin görün ki aynı dönemde Avrupa Birliğine üye ülkelerin toplamında bu kapasite 97,000 TEP'ten 162,000'e çıkmış: Artış oranı yüzde 67. Benzer şekilde artış oranı Birliğe en son üye olan 10 ülkede %72, Almanya'da ise %187 olmuş. Hadi hayal kurmayalım, kendimizi Almanya ile denk tutmayalım desek de Avrupa genelinin ne kadar gerisinde olduğumuz aşikâr.

Bu arada talep gelirse bilâhare onun da grafiklerini sunmak üzere ufak bir not.. Aynı süre içinde Avrupa genelinde HES'lere yatırım durmuş. Doğayı katletme pahasına HES kapasitesini arttıran tek ülke biziz, Avrupa'da.

Bir de bu istatistikleri derlemek üzere internette arama yaparken karşıma çıkan Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü'ne ait bir 2012 yılı faaliyet raporu var ki, AKP'nin ustalık döneminde bütün işler böyle yapılıyora vay halimize dedirten cinsten.

Millet yenilenebilir enerji konusunda Ay'a gidiyor, bizim AKP yönetimindeki genel müdürlüğümüz "merkezdeki internet bağlantı sorunlarını gideremedikleri için" iş yapamıyor. 

Acaba CHP'de Ekonomi Politikaları Genel Başkan Yardımcılığı gibi, muhalefet partilerinde yenilenebilir enerji üzerine çalışmalar yapan bir ekip de var mı? Yoksa ve Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğünün pek faal (!) faaliyet raporlarında anlatılanlara kalmışsa işimiz, kaynağı her fırsatta "ama bizde petrol yok, doğal gaz yok ki" diye enerji fakirliğine bağlanan, ve artık tehlike sinyalleri çalmaya başlayan cari açığı kapatmak için kaçırılmış fırsat olarak kalmaya mahkum bu konu.