Saturday, 28 October 2017

Sofya'da bir Heyûla


                                                          Sofya'da Bir Heyûla


Şehrin tarihine damgasını vurmuş bir bina var; devasa, hem tarihselliğiyle hem mimarisiyle...
Şehrin her yerinden görünsün istenmiş; belli...
Şehrin tam ortasına inşa edilmiş; bu da apaçık belli...
Şehrin bütün caddeleri oraya çıkıyor, çıkmasa bile uzanıyor, kesişiyor.
Şehir, Bulgaristan'ın Sofya'sıdır; Başkenti...
Şehir üzerindeki gri, hatta siyaha çalan gölgesini üzerinden atamamış, hatta diyebiliriz ki, atmak da istememiş.
Şehir galiba sırf kasvet ve kasavet bırakmak için kurulmuştur; Sofya'dır burası...


Sofya'ya giden gece treni, İstanbul'un Sirkeci Garı'ndan kalkmadı; artık oradan hiç tren kalkmıyor.
Biz, birkaç yolcuyu otobüsle İstanbul'un Halkalı semtindeki gar bile denilemez vaziyetindeki istasyonuna taşıdılar.
Sofya treninde 1.mevkinin kuşetli kompartmanındayım.
Tıngır mıngır gitmeye başladık. Vakit gece yarısına yaklaşmaktadır, hava limonata gibi ve tarifeye göre sabah Sofya'da olunacaktır.
Kompartmanda yanıma tek kişi yerleşti, Malezyalı bir gezgin delikanlı. Adını bir yerlere yazmış olmalıyım ama gel de bul şimdi; konuşkan biri, çenesi pırtı, habire onu bunu soruyor. Sonunda müsaade isteyip sırtımı döndüm, uzandım ve trenimiz Çorlu taraflarına geldiğinde velenseyi üstüme çekip uyudum; güyâ...
Uykunun en tatlı tarafında, bir saat bile geçmemiş olmalı ki, hoyrat bir kondüktör tarafından uyandırıldık, Edirne Kapıkule Gümrük Sahasına gelmişiz; hoş geldiniz, dediler.
Hoş bulduk, indirdiler, indik; sabaha karşının ayazında peronda biraz bekledik, kontrol vesaire...
Derken, tren lokomotif değiştirdi, Bulgar tarafının çufçuf'u geldi, bizi çekti. Sofya'ya kadar uyuması ne mümkündür, iki üç kez daha uyandırıldık, gümrük, polis, vergi memuru, belediye zabıtası, eskiden olsa belki Sovyet KGB ajanları...
Sabah Sofya'dayız...
Sofya Tren Garı şehir merkezine yürüme mesafesindedir; yürüdüm...
Kalacağım hosteli buldum, sevimsiz ama ucuz bir yer...
Zaten Sofya sevimsiz; onu da orada kalacağım, kaldığım üç gün boyunca öğreneceğim.
Hosteli, şehrin orasını burasını geçiyorum; anlatacak çok şeyi var ama şeker şerbet bir şeyi de yok!
Üzerimdeki sırt çantası yükünü bırakıp kahvaltı, kahve çay derken kendime gelip sokaklara çıktığımda Sofya'yı tanıması birkaç saati aldı. Fazlasına gerek göstermeyen, çabuk tarifeyle bitecek bir şehir...
Sofya'da asıl merak ettiğim yere gitmesi de zor olmayacaktır: Bulgaristan Komünist Partisi'ne ait bina...
Parti'nin buyruk yağdırıp kuyruğu idare ettiği zamanların meşhur binası...
Rus generali A.Dondukov caddesi ile I.Alexandre avenü arasındaki çapraza kurulmuş ve ana kapısı, o kimse artık, Todor Alexandrov caddesine bakıyor.
Bir ikizkenar üçgenin tabanından tepesine doğru inşa edilmiş, sanki...
Burası, Bulgaristan1945'de Georgi Dimitrov elindeki komünist güçlerin devleti ele geçirmesiyle, Sovyetler Birliği'ne ¨yoldaş¨ olduğu zamanlardan sonra, 1953 yılında Blochin adlı bir Rus mimarın gönyesinden çıkmıştır.
Bina masif bir yapı; heybetli...
Girişi eski Yunan Dor sütunları ve tapınaklarının mâbed mimarisine uygun tasarlanmış. Şehrin her yerinden görünsün, yoldaş olmaları istenen vatandaşlar bu mâbedi Sofya'nın neresine giderse gitsinler hep ensesinde, kulağın arkasında, tepesinde hissetsin diye tam da ortaya, oraya dikilmiş.
Ana partenon-girişin tepesinde bir direk var, direğin tepesinde şimdi bir şey yok! Paslı bir kule gibi duruyor...
Eskiden, 1990'da orası Sofyalılar tarafından ateşe verilip, cümle mahallelerin itfaiyesi gelip söndürene kadar Bulgaristan Komünist Partisi binasıydı ve bu direkte bir Kızıl Yıldız parlıyordu; geceleri ışıklı, gündüzleri kıpkırmızı...
Şimdi yerinde yeller esiyor.
Oradaki partinin eskileri çoktan rahmetli oldu, devam ettirenler ise Bulgaristan Sosyalist Partisi tabelası altında toplanıp orada minder eskitiyorlar.
Oraya da gittim, dev bir bina, kapıda bir bekçi var, Orhan Kemal'in Murtaza'sı gibi, ukala ve sarsak bir şey. Her şeye, ota böceğe yasak demeye pek alışmış, parmak sallayıp beni kovaladı; içeri giremedim.
Sofya'nın anlatılacak pek bir şeyi yok, komünizm dönemi tarihinin şu masalsı binası dışında...
Kadınları bıyıklı, kaşları çatık ve bitişik, dahası bakımsız. 
İnsanları yamuk yumuk olan ve belediyenin ihalesini bekleyen kaldırımlara tükürmüyor; en güzel yanı da bu...
Biz Komünist Parti binasına dönelim; asıl mevzu orada...
Şehrin insanları, hemşehriler bu binayı sabah akşam görsünler, karşısında titresinler, bir tapınağa bakar gibi hûşu içinde kalsınlar diye şehir planında en bilinen caddelerin tam ortasına konulmuş; Sofya'nın bana kalırsa anlatılacak tek yanı bu...
Bulgaristan Komünist Partisi bununla yetinmeyip bir de UFO benzeri bir parti merkezi kurmuştur, dağın tepesinde...
Parti'yi bir tapınak gibi, Olympos tanrılarına yakışır biçimde dağ tepesine kurmuşlar...
19.yüzyılın Bulgar isyancılarından, elbette Osmanlı'ya karşı isyan eden Bulgar milliyetçisi Hacı Dimitri [Hadzhi Dimitr] 1868'de Osmanlı-Türk kuvvetlerine karşı son savaşı Buzluca Dağında, Bulgarca yazarsak Buzludzha'da verir; yenik düşer isyancılarıyla birlikte...
Tepe o vakitten beri Bulgar milliyetçiliğinin bir sembolüdür.

Buzluca Dağı Sofya'nın iki saatlik araba sürüşüyle doğusuna düşer; epeyi uzak...
Lakin bir UFO binası görmek isterseniz, gidiniz.
Bulgar Komünist Partisi bir popülizm örneği göstererek, burayı, Buzluca'yı partinin genel merkezine çevirmeye çoktan karar vermiştir ve 1970'lerde inşaat başlar.
On yıl sonra, 1981'de UFO benzeri bir bina, yanında tepesinde kızıl yıldız olan bir kule, dağın zirvesine dikilir.
Bugünün değerleriyle 75 milyon Dolara malolduğu söylenir; bize ne, cebimizden çıkmadı ya!
Şimdi müzeleşmiştir.
Euro Çevresinde para darlığı çeken Bulgar ekonomisinin altından kalkamayacağı bir renovasyon istiyor orası... Sağı solu çoktan dökülmeye başladı.
Sonra yaparız diyorlar ve bina, tonlarca kübik beton yığını olarak bir başka hayalet biçimiyle zirvede, dışarıdan bakanlara korku veriyor.
Korku İmparatorluklarının istediği bir bina burası!
Al götür, Kuzey Kore'ye taşı, satıver mesela; bunlara işletmeci zekâsı lazım...
Benim de aklım ermez ya, laf olsun torba dolsun diye ediyorum işte...

Gidin demem oralara ama giderseniz de aklınızda olsun dedim ve yazdım; iyi mi ettim bilmem!