Sofya'da Bir Heyûla
Şehrin tarihine damgasını vurmuş bir bina var; devasa, hem
tarihselliğiyle hem mimarisiyle...
Şehrin her yerinden görünsün istenmiş; belli...
Şehrin tam ortasına inşa edilmiş; bu da apaçık belli...
Şehrin bütün caddeleri oraya çıkıyor, çıkmasa bile
uzanıyor, kesişiyor.
Şehir, Bulgaristan'ın Sofya'sıdır; Başkenti...
Şehir üzerindeki gri, hatta siyaha çalan gölgesini
üzerinden atamamış, hatta diyebiliriz ki, atmak da istememiş.
Şehir galiba sırf kasvet ve kasavet bırakmak için
kurulmuştur; Sofya'dır burası...
Sofya'ya giden gece treni, İstanbul'un Sirkeci Garı'ndan kalkmadı;
artık oradan hiç tren kalkmıyor.
Biz, birkaç yolcuyu otobüsle İstanbul'un Halkalı semtindeki gar
bile denilemez vaziyetindeki istasyonuna taşıdılar.
Sofya treninde 1.mevkinin kuşetli kompartmanındayım.
Tıngır mıngır gitmeye başladık. Vakit gece yarısına
yaklaşmaktadır, hava limonata gibi ve tarifeye göre sabah Sofya'da
olunacaktır.
Kompartmanda yanıma tek kişi yerleşti, Malezyalı bir gezgin
delikanlı. Adını bir yerlere yazmış olmalıyım ama gel de bul
şimdi; konuşkan biri, çenesi pırtı, habire onu bunu soruyor.
Sonunda müsaade isteyip sırtımı döndüm, uzandım ve trenimiz
Çorlu taraflarına geldiğinde velenseyi üstüme çekip
uyudum; güyâ...
Uykunun en tatlı tarafında, bir saat bile geçmemiş olmalı ki,
hoyrat bir kondüktör tarafından uyandırıldık, Edirne Kapıkule
Gümrük Sahasına gelmişiz; hoş geldiniz, dediler.
Hoş bulduk, indirdiler, indik; sabaha karşının ayazında peronda
biraz bekledik, kontrol vesaire...
Derken, tren lokomotif değiştirdi, Bulgar tarafının çufçuf'u
geldi, bizi çekti. Sofya'ya kadar uyuması ne mümkündür, iki üç
kez daha uyandırıldık, gümrük, polis, vergi memuru, belediye
zabıtası, eskiden olsa belki Sovyet KGB ajanları...
Sabah Sofya'dayız...
Sofya Tren Garı şehir merkezine yürüme mesafesindedir; yürüdüm...
Kalacağım hosteli buldum, sevimsiz ama ucuz bir yer...
Zaten Sofya sevimsiz; onu da orada kalacağım, kaldığım üç gün
boyunca öğreneceğim.
Hosteli, şehrin orasını burasını geçiyorum; anlatacak çok şeyi
var ama şeker şerbet bir şeyi de yok!
Üzerimdeki sırt çantası yükünü bırakıp kahvaltı, kahve çay
derken kendime gelip sokaklara çıktığımda Sofya'yı tanıması
birkaç saati aldı. Fazlasına gerek göstermeyen, çabuk tarifeyle
bitecek bir şehir...
Sofya'da asıl merak ettiğim yere gitmesi de zor olmayacaktır:
Bulgaristan Komünist Partisi'ne ait bina...
Parti'nin buyruk yağdırıp kuyruğu idare ettiği zamanların
meşhur binası...
Rus generali A.Dondukov caddesi ile I.Alexandre avenü arasındaki
çapraza kurulmuş ve ana kapısı, o kimse artık, Todor Alexandrov
caddesine bakıyor.
Bir ikizkenar üçgenin tabanından tepesine doğru inşa edilmiş,
sanki...
Burası, Bulgaristan1945'de Georgi Dimitrov elindeki komünist
güçlerin devleti ele geçirmesiyle, Sovyetler Birliği'ne ¨yoldaş¨
olduğu zamanlardan sonra, 1953 yılında Blochin adlı bir
Rus mimarın gönyesinden çıkmıştır.
Bina masif bir yapı; heybetli...
Girişi eski Yunan Dor sütunları ve tapınaklarının mâbed
mimarisine uygun tasarlanmış. Şehrin her yerinden görünsün,
yoldaş olmaları istenen vatandaşlar bu mâbedi Sofya'nın neresine
giderse gitsinler hep ensesinde, kulağın arkasında, tepesinde
hissetsin diye tam da ortaya, oraya dikilmiş.
Ana partenon-girişin tepesinde bir direk var, direğin tepesinde
şimdi bir şey yok! Paslı bir kule gibi duruyor...
Eskiden, 1990'da orası Sofyalılar tarafından ateşe verilip, cümle
mahallelerin itfaiyesi gelip söndürene kadar Bulgaristan Komünist
Partisi binasıydı ve bu direkte bir Kızıl Yıldız
parlıyordu; geceleri ışıklı, gündüzleri kıpkırmızı...
Şimdi yerinde yeller esiyor.
Oradaki partinin eskileri çoktan rahmetli oldu, devam ettirenler ise
Bulgaristan Sosyalist Partisi tabelası altında toplanıp orada
minder eskitiyorlar.
Oraya da gittim, dev bir bina, kapıda bir bekçi var, Orhan
Kemal'in Murtaza'sı gibi, ukala ve sarsak bir şey. Her
şeye, ota böceğe yasak demeye pek alışmış, parmak sallayıp
beni kovaladı; içeri giremedim.
Sofya'nın anlatılacak pek bir şeyi yok, komünizm dönemi
tarihinin şu masalsı binası dışında...
Kadınları bıyıklı, kaşları çatık ve bitişik, dahası bakımsız.
İnsanları yamuk yumuk olan ve belediyenin ihalesini bekleyen kaldırımlara tükürmüyor; en güzel
yanı da bu...
Biz Komünist Parti binasına dönelim; asıl mevzu orada...
Şehrin insanları, hemşehriler bu binayı sabah akşam görsünler,
karşısında titresinler, bir tapınağa bakar gibi hûşu içinde
kalsınlar diye şehir planında en bilinen caddelerin tam ortasına
konulmuş; Sofya'nın bana kalırsa anlatılacak tek yanı bu...
Bulgaristan Komünist Partisi bununla yetinmeyip bir de UFO benzeri
bir parti merkezi kurmuştur, dağın tepesinde...
Parti'yi bir tapınak gibi, Olympos tanrılarına yakışır biçimde
dağ tepesine kurmuşlar...
19.yüzyılın Bulgar isyancılarından, elbette Osmanlı'ya karşı
isyan eden Bulgar milliyetçisi Hacı Dimitri
[Hadzhi Dimitr] 1868'de Osmanlı-Türk kuvvetlerine karşı son savaşı Buzluca Dağında, Bulgarca yazarsak
Buzludzha'da verir; yenik düşer isyancılarıyla birlikte...
Tepe o vakitten beri Bulgar milliyetçiliğinin bir sembolüdür.
Lakin bir UFO binası görmek isterseniz, gidiniz.
Bulgar Komünist Partisi bir popülizm örneği göstererek, burayı,
Buzluca'yı partinin genel merkezine çevirmeye çoktan karar
vermiştir ve 1970'lerde inşaat başlar.
On yıl sonra, 1981'de UFO benzeri bir bina, yanında tepesinde kızıl
yıldız olan bir kule, dağın zirvesine dikilir.
Bugünün değerleriyle 75 milyon Dolara malolduğu söylenir; bize
ne, cebimizden çıkmadı ya!
Şimdi müzeleşmiştir.
Euro Çevresinde para darlığı çeken Bulgar ekonomisinin altından
kalkamayacağı bir renovasyon istiyor orası... Sağı solu çoktan
dökülmeye başladı.
Sonra yaparız diyorlar ve bina, tonlarca kübik beton yığını
olarak bir başka hayalet biçimiyle zirvede, dışarıdan bakanlara
korku veriyor.
Korku İmparatorluklarının istediği bir bina burası!
Al götür, Kuzey Kore'ye taşı, satıver mesela; bunlara işletmeci
zekâsı lazım...
Benim de aklım ermez ya, laf olsun torba dolsun diye ediyorum
işte...
Gidin demem oralara ama giderseniz de aklınızda olsun dedim ve
yazdım; iyi mi ettim bilmem!