Sunday, 30 March 2014

AKP'nin oyları nereden nereye?

Bu ülkenin iktidar partisinin karşısındaki grup olarak farklılığımız objektif bir şekilde halkın bize sunduğu sandık sonuçlarını analiz edip bundan sonraki stratejilerimizi buna göre belirlemek olmalı. Bazılarınız havluyu atıp ülkeyi terk etmeyi düşünebilir, bazıları için ise bu tablodan çıkan tek alternatif yeniden sağda güçlü bir oluşum kurulmasını sağlamak ve onun içinde yer almak olabilir. Bizim ailecek Kanada'dan dönme ihtimalimiz zayıf bu aralar ama asıl önemli olan Türkiye'de sizlerin ne yapacağı...

Ben sadece bu tabloya bakarak gördüklerimi söylemek istedim. Burada AKP'nin en önemli başarısının 2002 yılında AKP dışındaki sağ partilere giden oyların neredeyse tamamını eritmiş olması. 2002 yılında %25 civarı olan bu oran, 2014 yerel seçimleri itibari ile %3'e düşmüş. Bu %25'lik rakamın içinde 2002 seçimlerinde çeşitli şaibelerle %7 civarı oy alan Genç Part'nin kayboması ile tekrar MHP'ye dönen bir kısım oy var. 


Bu kısa analiz ve blog yazısının bir amacı da Cemaat oylarının ne kadar olduğunu merak edenler için benim hesaplarımı göstermek. AKP sağdaki diğer partileri eritip yoketme planlarını büyük ölçüde 2011'de tamamlamıştı zaten. 2011'den bu yana bir %0.5'lik kayma daha olmuş, ki bunun büyük çoğunluğunun AKP yönüne gittiğini tahmin eder, ve de AKP'nin şu anda geldiği noktayı değerlendirirsek, Cemaat'in oyları %5 civarıymış gibi bir sonuca varıyorum ben.  Bu oyların bir kısmı Saadet Partisine gitmiş görünüyor.

Peki Gezi olaylarına, yaşanan herşeye, ülke olarak neredeyse bölünme noktasına gelmemize rağmen neden sadece Cemaat oyları çıkmış görünüyor AKP'den. Bence bunun ana kaynağı ekonomi ile ilgili genel algı. Hala insanlar Türkiye'nin ekonomisindeki başarıyı AKP'nin mucizesine bağlıyorlar. Benim sağda solda 2000-2012 yılları arasında zaten dünyada GDP sıralamasında bizim altımızda olan ülkeler %185 büyümüş, biz ise %196... yani bu o kadar da abartılacak bir başarı değil. Tayyip "mucizesi" olmasa da bu ülke batmayacaktı, gelecekte de batmayacaktır desem de pek anlatamıyorum.

Yukarıdaki tabloda yer alan sonuçlar 31 Mart 2014 01:00 itibari CNNTurk sayfalarında yayınlanan ve sandıkların %80 civarı açılmış olduğunun ilanı ile yayınlanmış olan oranlardır. AA'nın seçim sayfasında ciddi hesap hataları gördüm. Onun için bu rakamlara göre bir analiz yaptım.. Ama Excel tablosu hazırda bekliyor. Yarın kesin sonuçları da ekleyip ona göre konuşabiliriz...
  • Not: Tablo'da 2004 yılında Etnik Kürt Kimliğe dayalı partilerin oylarının %1'e düşmüş gibi görünmesinin sebebi o yerel seçimlerde DEHAP ve SHP'nin işbirliği yapmış olmasndan dolayı. O oylar geçici olarak Sosyal Demokrat ve Sol oyları yükseltmiş gibi görünüyor ama belli ki bu işbirliğine tepki oyları da olmuş ve bir kısmı AKP ve diğer sağ partilere yönelmiş o dönemde. yoksa Etnik Kimliğe Dayalı Politika yapan partilerin %7 civarı bir oyları var gibi görünüyor.
_______________________________________________________________________________________

And here's the english version of the same analysis I've shared above. It explains how distribution of the votes have changed since 2002 (which is the first year AKP came to power). These results are based on what had been reported on CNNTurk.com at 1 am with 80% of the ballots in. Note that AKP had a higher percentage of votes in the early hours of the vote count (if some of you have seen slightly higher totals for AKP, that is why). The results in the morning, with 98% ballots counted, is very similar to what I had in my table at 1 a.m. so I haven't updated it yet as of 9 am in the morning Turkish time.


Friday, 28 March 2014

En büyük komployu kendi kendimize kuruyoruz!

Biz yine seçim öncesi tapeleri, bize komplo kuran dış mihrakları konuşaduralım, bu ülkede kürsülerden haykırılan nefret söylemlerinin bini bir paraya düşmüşken, yol üstü köprülerinde "AKP iktidarında bilmemne şu rakamdan bu rakama çıktı" reklamları ile gözümüz boyanırken hergün: Bu ülkede Twitter'da, YouTube'da konuşulanlar, yazılanlar değil, konuşmadıklarımız sorun! Ülkemizin geleceğine yönelik, bizim dünyaya ve çocuklarımıza karşı sorumluluğumuza yönelik en büyük komployu kendi kendimize kuruyoruz farkında değiliz. Gerçi itiraf etmeliyim muhalefet partileri bu konuda herhangi bir adım attılar da her zaman yaptığı gibi muhalefetten gelen her öneriyi, her uyarıyı otomatik olarak yok sayan AKP hükümetinin mi umurunda olmadı, yoksa muhalefet de en az iktidar kadar suçlu mu bu konuda bilmiyorum. Ama muhalefetin yapabileceği sonuçta bir kaç önerge vermekten ibaret. 12 yıldır bu ülkenin geleceğini şekillendirmek üzere halk tarafından seçilip başa gelmiş olan "iktidar" bu komplonun sorumluluğundan hiç bir koşulda kaçamaz. 

Nedir bu komplo dediğim? Hani şu son 20-30 yılda her savaş, işgal, bölgesel çatışma vs.'nin altından çıkan ENERJİ sorunu var ya, işte onunla bağlantılıdır bu kendi kendimize kurduğumuz, ve AKP iktidarının da tersine çevirmek için hiç bir şey yapmadığı komplo. Bu hafta, 26 Mart 2014 günü, TÜİK Sürdürülebilir Kalkınma Bültenini yayınladı. Ben de bu yaz yatmış olduğum kış uykusundan bir ağaç tarafından uyandırıldığımdan beri merakımdan, her açıklanan bültene bakıp, bize anlatılanlarla, anlatılmayanları araştırmayı dert edindim ya kendime... İşte bu seferki araştırmanın sonuçları:

TÜİK Sürdürülebilir Kalkınma Bülteninde Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Yurtiçi brüt enerji tüketimizdeki payı ile ilgili rakamlar var. Bu hafta yayınlanan bültenin bir de eskisini buldum üstelik. 2000, 2005, 2008-2012 yıllarına kadar giden rakamlar var bu raporların içinde gizlenmiş. 

Yenilenebilir Enerji deyince hani şu son yıllarda teknolojinin ilerlemesiyle çok büyük kazanımlar sağlanan güneş enerjisi, rüzgar enerjisi vs. gibi bizi ekonomimizin sırtındaki en büyük yükü (enerji bağımlılığımızı) kendi kaynaklarımızdan azaltmamızı sağlayacak olan enerjiden bahsediyorum... Yani bir ülkenin toplam enerji tüketiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının oranı ne kadar yükseliyorsa, hem ekonomisi için o kadar iyi, hem de çevreye verdiği zararı minimize etmesi açısından dünyaya, yarınlarımızı bırakacağımız çocuklarımıza karşı sorumluluğumuzu yerine getirmek açısından önemli. Türkiye'nin durumuna bakmak tek başına yeterli olmaz diye, her zamanki gibi üşenmeyip başka kaynaklara da baktım. Avrupa Birliğinin Eurostat sitesinde buldum aradığım değerleri... Hem de hadi haksızlık olmasın şöyle Avrupa'nın kallafi devletlerinin bu konuda yatırım yapacak çok parası vardır, biraz Türkiye'nin dişine göre olanlara bakayım dedim. Ve karşımıza çıkan tablo içler acısı... 2000 yılında Türkiye'nin toplam enerji tüketiminden yenilenebilir enerji kaynaklarının payı %12.5'miş. Son bilgilerin verildiği 2012 yılı sonunda ise sadece %10. Aşağıdaki grafiğe sadece 10 saniye bakan birisinin çok kolaylıkla görebileceği gibi bu oranın başladığı noktaya göre 2012 yılı sonunda daha alt seviyeye düştüğü bizden başka hiçbir ülke yok! Yenilenebilir enerji konusu oldukça yeni bir konu... istatistiklerde daha eskilere giden veri bulamadım maalesef.. Ama görünen o ki bizim 2000 yılında bulunduğumuz nokta bu ülkelerin pek çoğundan ilerdeymiş ve şu anda geriye düşmüşüz.


Gelelim çevre ile ilgili bir başka konuya... Hani çevreciliği çok iyi bildiğini meydanlarda her fırsatta haykıran devlet büyüklerimiz var ya, onların ayaklarının biraz olsun yere basmasını sağlar mı acaba diye yaptığım bir başka analiz. Aşağıdaki tablo seragazı emisyonları ile ilgili... hani şu çok meşhur ozon tabakası var ya, çevre uzmanlarının her geçen gün nasıl zarar verdiğimizden bahsettiği... dünyanın yaşadığı iklim değişikliğinin, bununla beraber gelen kuraklıkların, çevre felaketlerinin pek çoğunun kaynağı olarak gösterilen şey... İşte seragazı emisyonları bu yüzden önemli. Bu defa OECD sayfasında buldum merakımı giderecek rakamları. Maalesef sadece 1990 ve 2010 yıllarını kıyaslıyordu.. 20 yıllık bir dönem ve bunun 8 yılını aralıksız olarak ve tek başına bir iktidarla AKP yönetti. İşte bakınız o dönemde ne olmuş OECD ülkelerinde. Tabloyu iki gruba ayırdım. Üst kısımda 1990 yılında, başlangıçta Milli Gelirlerine oranla çevreye verdikleri zarar (Seragazı Emisyonu olarak) bizim seviyemize en yakın olan ülkeler var. Bu ülkeler 20 yıllık süre içinde kişi başı milli gelirlerini ne kadar arttırmışlar, ve bunu gerçekleştirirken de Seragazı Emisyon oranları ne olmuş göstermek istedim.. Alt kısımda da başlangıçtaki kişi başı gelirleri bize yakın olan, yani 1990'lı yıllarda bize yakın gelir düzeyinde olan, gelişmekte olan OECD ülkelerinin durumu var. Lafı fazla da uzatmaya gerek yok: Bu 20 yıllık sürede bizim Milli Gelire oranla dünyaya verdiğimiz zarar %3 artmış. Başka çevresine, ülkesine, dünyaya 1990'da bulundukları seviyeden daha fazla zarar veren OECD üyesi var mı? YOK! 

Şili bize nispeten yakınmış başlangıçta; Maceristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti ve Polonya bizim çok çok üzerimizde.. ama tüm bu ülkeler 1990'dan 2010'a kadar olan süreçte hem kişi başına düşen milli gelirlerini bizden çok daha yüksek oranda arttırmışlar, hem de Şili, Maceristan ve Slovakya bizden de düşük seviyelere getirmiş Seragazı Emisyonlarını.


"Eh canım, bu gösterilen sürenin sadece 8 yılında AKP vardı... kesin AKP'den önce yükselmiştir" diyenlere de yukarıdaki ilk grafiğe bakmalarını tavsiye ederim. Yenilenebilir enerji kaynaklarındaki vahim durum, AKP iktidarında bu konuda geriye gitmiş olmamız, son 8 yılda neler olduğu ile ilgili çok açıklayıcı ipuçları içeriyor. Yenilenebilir enerji sadece enerji bağımsızlığını değil, çevre bilincini de temsil ediyor.

İşte a dostlar, bana kalsa biz tapeleri, dış mihrakların kurduğu komplo teorilerini filan konuşmasak da, işte bu kendi kendimize kurduğumuz, çocuklarımızın geleceğine kurduğumuz bu komployu konuşsak biraz. Her köşeye AVM yapmakla, duble yol yapmakla (tabii bunlar yapılırken bir yandan ayakkabı kutularını doldurmakla) olmuyor bu iş. Bunları konuşanların belediye başkanları ve iktidar partisi olabileceği güzel günler dileğiyle...

Saturday, 15 March 2014

BİLAL ERDOĞAN'A AİT ŞOK GÖRÜNTÜLER!

Bir süredir boşlamıştım blog sayfasını. Malûm çok gezince yazmaya vakti pek kalmıyor insanın... Facebook'taki dostlarımla bir iki ekonomik analiz paylaşmıştım son bir ay içinde ama Basri gibi çok okumayınca, yazmak için bir ilhama ihtiyacı oluyor insanın... O ilhamı bir fotoğraf verdi bu defa...

Hem de çok sansasyonel bir fotoğraf.

Meğer, biz babacığı ile etrafı yüksek duvarlarla çevrilmiş villalarından birinde tatil yaptığını zannederken, Bilal Erdoğan bu yaz Müslüman Kardeşlerin General Sisi'ye karşı düzenlediği gösterilere katılmış. Üstelik ellerinde demir çubukların, sopaların olduğu öfkeli bir grubun içindeymiş. Giderken de (artık ayakkabı kutusunda mı, bavulda mı bilemeyeğim) yüklü miktarda para götürmüş Müslüman Kardeşlere. Babasının talimatıyla tabii....Rivayet diyeceğim ama fotoğrafı da çıktı şimdi. Çok gezince çok insan tanımak mümkün oluyor... İşte öyle tanıdıklarımdan birinden aldığım bu fotoğraf ve bilgilere göre meğer Başbakanımızın ve eşinin televizyonlara çıkıp göz yaşı dökmesinin sebebi Esma değil, o sıralar olaylar kızışınca bir süre haber alamadıkları kendi oğullarıymış.

Öyle ya, Sisi'nin askerleri gaz fişeklerini kullanım talimatları doğrultusunda belli bir açıyla havaya atsalar kimse ölmez ama, ya İstanbul'da galeyana gelenler, kraldan çok kralcı olan polisler gibi inadına inadına insanların kafasına nişan alarak basarlarsa o tetiğe. Çok pişman olmuş başbakanımız Bilal'i paraları götürsün diye oraya gönderdiğine ama Bilal'den haber alana kadar, baba yüreği tabii, saatlerce haber beklemiş istihbarat örgütlerinden.

Neyse, Allah'tan sağ salim dönmüş de Bilal Erdoğan, başbakanımız ve ailesi rahat bir nefes almış. 

*  *  *  *  *  *

Şimdi bu fotoğrafı gören muhalefet partileri yarın sokaklara çıkıp:

"Gezicilere yakıp yıktılar derken, senin oğlunun bu kalkanlarla, demir çubuklarla, sopalarla yürüyen insanların arasında ne işi var?"

"Bir de 14 yaşında çocuğun elinde sapan var dedin, demir bilye var dedin. Senin oğlun demir çubuklarla sokaklara çıkmışken, nasıl böyle konuşursun?"

"Senin oğlun da terörist, baksana terörist gibi adamlarla sokaklarda!"  derlerse ne olur? 

Tabii fotoğrafı gören bir sürü kişi de:

"Ne Bilal'i canım? Bilal'in orada işi ne? Zaten hiç benzemiyor."

"Ona benzeyen bir adamın fotoğrafını bulmuşlar, yalan söylüyorlar."

"Montajdır montaj. Montaj değilse dublördür o." diyecektir muhtemelen. 

Ama ben her iki grubun da sabredip yazının tamamını okumalarını umuyorum.

*  *  *  *  *  *

Bilgisayar teknolojilerinden biraz anlayanlar bilirler ki fotoğrafları montajlamak, 10 dakikalık karşılıklı konuşmaya dayalı telefon sohbetlerini montajlamaktan çok daha kolaydır. Öyle ki 40'ını aşkın, hayatında hiç grafik tasarımı okumamış, bilgisayar programcısı, hacker filan olmayan birisi bile, biraz bilgisayardan anlıyorsa fotoğrafları çok kolay montajlayabilir. Bu yazıyı bir sosyal deney olarak yazıyorum bir bakıma. Facebook'tan ve twitter'dan paylaşacağım bir resim nasıl bir tepki yaratacak merak ediyorum. 

Ne de olsa kendilerine en ufak bir "ipucu" servis edildiğinde, yüreklerinde evlat acısı olan bir anne babanın:
"Sadece ekmek almak için çıkmıştı o pazar sabahı oğlumuz sokaklara" demesini umursamayan, o resmin Berkin olup olmadığını, görüntüdeki fotoğrafın aynı gün çekilip çekilmediğini bilmeden, 14 yaşında bir çocuğu terörist ilan eden, başta bir ülkenin başbakanı olmak üzere, binlerce insan var. Böyle olduğu için de Berkin'e bir rahmet, ailesine bir başsağlığı dilemeyi zul gören milyonlar...

Bu fotoğraf Berkin'e aitse, ve bir (kaç) gün önce Taksim'de gösterilere katılmış olsa 14 yaşında bir çocuk, ölümü hakediyor mu? Velev ki, o sabah ekmek almaya giderken, elinde sapanla bilye atmış olsa, bu resmi bize sunabilenlerin elinde nasıl oluyor da onu vuran fişeğin hangi polis tarafından atıldığını gösteren, etraftaki onlarca kameradan birinden alıntı, tek bir fotoğraf ya da delil bulamayıp, tam 275 gündür bu olayın faili olan polisi (polisleri) adalet önüne çıkaramıyorlar?

*  *  *  *  *  *

Geçtiğimiz yaz Gezi Park'ı olaylarında sokaklara dökülen insanların çok büyük çoğunluğu, Başbakanımızın meydanlarda haykırdığı gibi terörist, marjinal grup filan değildi. Onun için Cami'de içki içildi, Kabataş'ta başörtülü bacımıza 70-80 gösterici (hem de deri pantalonlu, üzerleri yarı çıplak) saldırdı gibi haberler çıkınca, hiç inanası gelmese bile insanın, küçücük bir acaba kuşkusu ile, onlar utandı. 

Nereye kadar devam edebilir, bir başbakanın dilindeki, kendinden olmayana karşı nefret söylemi? Ne zaman koltuk sevdasından (ya da yapılan yolsuzlukların bir gün cezasını çekme korkusundan) dolayı birbirine her geçen gün düşman edilen bir ülke, ne zaman bir ulus olmaktan çıkıp, bir savaş alanına döner?  Bizi yöneten politikacılar, hoşgörü ve empati ile konuşmayı öğrenmedikçe, sonucu ne olursa olsun, 30 Mart'ta yapılacak yerel seçimler bizi tekrar bir ulus, bir millet yapamayacak. Ama yine de iki seçenek var 30 Mart'ta oy kullanmaya gidenlerin önünde. Özellikle de AKP'ye oy vermiş ya da vermeyi düşünenler için. Ya yerel seçimlerde AKP dışında partilere oy vererek, başbakanımız ve parti yöneticilerine ufak bir ders verecek halkımız. "Bu zamana kadar yaptıklarınızı takdir ediyoruz, ama bu ülkenin kavgaya sürüklendiğini görmek istemiyoruz" diyecekler. 

Ya da  "Bizden olmayan defolsun gitsin, gitmiyorlarsa da gerekirse iç savaş çıksın, bizim ülke de Suriye gibi olsun. Nasılsa çoğunluktayız, hepsini defederiz bu ülkeden" diyerek, bu ülkeyi AKP'den başka yönetecek bir başka parti, o partiyi de Recep Tayyip Erdoğan'dan başka yönetecek daha aklı başında, hoşgörülü bir lider olamayacağına olan inançlarını teyit edecekler. 

Bu ülkenin geleceği, önümüzdeki yıllarda kaç Berkin, kaç Ali İsmail, kaç Burakcan'ların daha öleceğini tayin etme gücü tamamen AKP seçmeninin iradesinde. Bütün yük ve sorumluluk onların omuzunda. Komplo teorilerinin filan hepsini bir çırpıda yıkmak da onların ellerinde, bu ülkeyi daha fazla kana ve kavgaya sürüklemek de. Nasıl oluyor da AKP'ye oy vermeyenlerin hiç sorumluluğu yok diyenlere cevabım şu: Onların kime oy verdiği bir şey değiştirmez ki. Bu halk bu başbakana "Bizi birbirimize düşürmekten vazgeç. Atamıza ayyaş, seninle aynı fikirde olmayanlara çapulcu, terörist diyemezsin. Bu halka hizmet etmiş olabilirsin ama bu sana ve çocuklarına, bakanlarına, haksız kazanç elde etme, cepleriniz doldurma hakkı vermez" mesajını vermedikçe, benim ve benim gibi düşünenlerin kime oy verdikleri hiç önemli değil. Çünkü AKP'nin karşısında tek bir fikir, tek bir parti, tek bir lider yok. O bu söylemlere, ve de yolsuzluklara devam ettiği sürece, insanlar sokaklara çıkacak, bunun geri dönüşü yok. Tek çare AKP'ye şapkalarını önlerine alıp düşünmeleri gerektiğini hatırlatan bir mesaj vermekte. Bu mesajı da ancak AKP seçmeni verebilir.

*  *  *  *  *  *
Buraya kadar sabredip de bu yazıyı kaç AKP seçmeni okur, pek de umutlu değilim. Ama dediğim gibi uzatmamın bir başka sebebi daha var. Bu bir sosyal deney. Facebook'tan, Twitter'dan sadece yukardaki resmi paylaşınca ne olacağını merak ediyorum. 

Resimdekinin Bilal Erdoğan olmadığını düşünenler yanılıyor. Gerçekten de fotoğrafta görünen yüz ona ait. Sadece benim Fatos_CokGezen Twitter hesabımdan daha önce defalarca paylaştığım bir fotoğrafa, internetten kolaylıkla bulduğum bir Bilal Erdoğan yüzü montajladım. Eh, bir de 17 senedir bir yazarla evli olursa insan, doğal olarak senaryo yazma hastalığı eşine de bulaşıyor. Fotoğrafın arkasındaki, bu yazının başlarındaki komplo teorisi de tamamen benim uydurmam.

Belki biraz ortalamanın üstünde bir bilgisayar kullanıcısıyım ama ne Grafik Tasarımı okuyup Photoshop dersleri aldım, ne de bilgisayar programcısıyım. Sadece geçen yaz Herşey Bir Ağaçla Başladığından beri, artık canımıza tak dedi diyen 42 yaşında bir üniversite çalışanı ve anneyim. Ben AKP iktidarının sadece 3 yıldan az kısmında Türkiye'de yaşamış olsam da, bu iktidarın yaptığı ve takdir ettiğim hizmetler olduğunu inkar edemem. Bunun için kendilerine teşekkür ederim. Ama bu yaptıkları herşeyi de beğendiğim anlamına gelmez, hatta pek ço yanlışlarının da olduğunu düşünüyorum. Ve şimdi durum çok farklı... Geçmişte yapılmış hiçbir hizmet bir milleti kutuplara bölen (bir de üstelik ailece milyon/milyar dolarları cebine atan) bir iktidarı mazur gösteremez. Zaman (benim bakalım bu işin sonu nereye gidecek diye merakla paylaştığım bu montaj dahil olmak üzere) montajlara, dublajlara göre değil, vicdanımızın sesini dinleyerek bu ülkenin geleceği için bizi yönetenlere 30 Mart'ta küçük bir mesaj verme zamanı! Zaman birbirimize (başörtüsü yasağında olduğu gibi) yapılmış bir haksızlık varsa bunların hepsine birlikte kızma, çocukları ölen anne ve babalarla, ölen kim olursa olsun, beraber ağlayabilme zamanı...

Yeter artık bizi birbirimize düşürdüğünüz, diyebilmek için,  kendinizi başka hangi partiye yakınlık hissediyorsanız Ampül dışında bir yere mührü basma zamanı!