Tuesday, 13 January 2015



San Francisco'da Ubıh Çerkesiyle birkaç saat...


Seyahatlerin en güzel yanı süprizlerle dolu olmasıdır. 
Fakat turizm şirketlerinden satın alınmış, askerî kışla gezisine çıkılır gibisinden, planlı programlı gezilerden söz etmiyoruz. 
Sırt çantanı omuzladığın gibi, tasasız ve tasarısız gidilecek olan sokaklara ait seyahattir, bahsettiğimiz. 
Böylesi geziler, jaz müziği dinlemeye benzer, nerede trompet altodan girecek, ne zaman piyano şakırdatacak, konrtabas hangi notada es yapacak bilinmez ya, işte öyle...
San Francisco'da vakit, bana dört gece beş gün yazılmıştı; İstanbul-Frankfurt üzerinden gelmiştim. Kanada'nın Edmonton şehrine havalanacak uçağa kadar sadece bu kadardı. Buraya gelişimin de bir evveli vardır, Brüksel, Leuven, Amsterdam, Lizbon'la doludur; ah, hele Lizbon...
Türkiye'deyse Bodrum'dan Rize'ye kadar birkaç yere gidilmişti; yol yorgunuydum aslına bakarsanız.
San Francisco'da şu kadarcık sayılı gün kalmayı, Edmonton'a varmazdan evvel azıcık istirahat, mola payı olsun diye düşünmüştüm.
Kasım ayı sonları, 2014 Aralık ayı başlarıdır.
San Francisco'daki ilk defa bulunuşuma ait eskiden hatırladığımca yerleri ve ayrıca yeni şeyleri şimdi, bu ikinci gidişimde görmek üzere sokak arşınlıyorum.
Bir kahve molasında tablet-bilgisayar ekranında facebook üzerinden bir mesaj gelip beni buluyor; iyi ki de buluyor. 
Yalnız ve kendi başına dolaşmanın tam da sıkmaya başladığı bir ândı demek, birden sevindim: H.Okan İşçan beni arıyordu, o her zamanki çekinik, birazcık ürkek ve nezaket dolu cümleleriyle... 
Facebook'ta nereye gittiğimi duyurmuş bulunuyordum; demek izlemiş, görmüş:
¨SF'de misiniz? Union Square'de Chancellor Otelde konaklıyorum. Capon Center'da bir çay içeriz. Mümkün olursa, müsaitseniz çok sevinirim.¨
Mesaj kutusundan cevabım, saniyesini sektirmeden gidiyor:
¨What a wonderful coincidence! Bana adres tarifi veriniz lütfen, müsaitim, buluşalım. Bana rakı sözün vardı, yerine bir bira isterim. Öğlen saatlerinde müsait olurum.¨
Karşılıklı mesaj teatileriyle buluşulacak yeri kestiriyoruz, zaten Okan'ın kaldığı otele pek uzak değildir.
Birkaç saat sonra kaldırım üzerinde buluştuk; tarihî San Francisco tramvaylarının kalkış durağı civarında...
Okan dostum, genç arkadaşım, İstanbul'dan yanına bir iki doktor katıp onları şirketi adına, burada o günlerde yapılmakta olan bilmem ne tıp kongresine getirmiş; mihmandardır.
Doktorları konferanslardan birisine bırakıp beni bulmaya koşturuyor, geldiğinde neredeyse alı al, moru mor ve heyecan içindeydi. Zira bu ilk görüşmemizdir, ne zamandır internet üzerinden türlü maskaralıklar yapıp yazışıyoruz ya, şimdi tanışıklığımız gıyabından vicahiye dönecektir.
Okan, Çerkes terbiyesi denilen, o artık günümüze pek ait olmayan nezaketle beni bir yere davet ediyor; karnımız açtır, bir Japon lokantasına gidiyoruz...
Benim Capon Çayevi romanıma teşbihte bulunuyor, anlamaz mıyım?





Japon lokantası ve hele suşi denilince, biraz tırsarım.
Şu uzakdoğu işi çubuklarla yemek, ip cambazlığına benziyor benim için de ondan...
Üstüme başıma dökerim, masayı kirletirim, çubukla yakalanan lokma bana haram olur, boğazımdan geçene kadar bin parçaya bölünür, ufalanır... Velhasılı rezalet bir şeydir!
Okan'a belli etmiyorum, elbette...
Ama yiğitliğe verip San Francisco'nun en meşhur suşi yapımcısı olduğunu söylediği o Japon lokantasına giriyoruz. Soframız dolup taşıyor, yan masada şıkır şıkır giyinmiş, fıkır fıkır konuşan orta yaşlarında üç güzel hatunun seyriyle masamızda azıcık neş'eleniyorum; yoksa bu çubuklarla işim iştir. Benim tahta çubuklarla acemiliğime, karşı masadan arada bir kikirdemeli gülümseyişler geliyor; ¨karizmayı çizdirdik!¨ denilen şey işte budur. Ah Okan ah!



Söylemeye gerek yok, Okan, başı önünde gayet mahcup ve benim arada bir göz attığım masaya asla bakmayarak yemeğini taâm eyliyor. Mesela tuvalete gidip gelirken, masada oturmadan beni ayakta bekliyor; ben mahcup kalıyorum. Bir Çerkesle yaşamak nedir, siz bilmezsiniz!
Çubuk kullanmaktaki mahareti de şaşkınlık vericidir; ¨Tokyo'da dükkân mı işlettin birader,¨ diyeceğim geldi, sustum.
İki saate yakın bir süreyi orada, çubukla savaşarak zar zor atlattım.
Okan'ın merak kesesinde kalmış nice edebî, sanata dair, gazetecilik üzerine şey varsa hepsini ortaya dökmesiyle, yıllardır birbirine hasret kalmış iki dost gibi, tek tek konuştuk.





Capon suşicisinden çubukları yüzüme gözüme bulaştırarak çıkınca bu ânı görüntülememek olamazdı. Lokantanın camekânında bir iki poz da verdim, Okan'ın kamerasına...
Okan'ın kamerası, fotoğraf makinası dur durak bilmiyordu. Daha birkaç yerde selfie-özçekim yaptık ve ardı sıra, Okan portre çalışmalarına girişti. Benim birkaç uzak, yakın fotoğrafımı çekecekti.







Biz, iki Çerkes, masa sohbetine doyamamış olmalıyız ki bir başka yerde kendimize bira açtırdık, ıvır zıvır söyledik; fotoğraf makinasında habire deklanşöre basılıyordu. Her fotoğraf karesinden evvel, Okan ricasını hep yinelemekteydi: ¨Bir fotoğraf daha müsaade eder misiniz?¨

San Francisco'da olduğumuzu kanıtlasın diye, son çekilen fotoğrafa şehrin maskotu tramvayların yanında çıkınılmıştır:
¨Asılma garaja gider!¨ diye ülkemizde bedavacı yolculara vatmanların kızdığı o tramvayların buradaki benzerlerine asılması eski bir modadır, âdettendir; hâlen bileğine güvenen asılı gider.






Limandan şehir merkezindeki bizim buluştuğumuz yere kadar, tramvay hattı, altı üstü 3 km.yoldur, fakat asılan asılanadır; biz asılmadık, fotoğrafını ak kâğıt üstüne bastık.
Oubykh Mektupları başlığıyla sosyal medya üzerinden bin 200 civarında abonesine hemen hemen, her gün mektup göndermeyi, ¨Devrik cümleler¨ kurarak gayet güzel sürdüren, mektupçubaşı Okan'a benim de Fatoş'la Basri sayfasından böyle kısa bir mektubum olsa ne çıkar, fena mı olur?

Cevabî mektubumu buradan gönderiyorum, muhterem muhatabıma!
Ondan da mektubunu bekliyorum; kestane kebap acele cevap diye...
Devrik cümleler, deyişim ise aramızda kalsın: 
Ben ondan iyi bir edebiyat eseri bekliyorum da, yazacaksa devrik cümle kullanmasın diye tavsiyedir...

Devrik cümle, yazarını eninde sonunda tepe taklak eder; az kullanılırsa faydalı, çok kullanılırsa vücuda ve ruha zararlıdır.

No comments:

Post a Comment