Monday, 22 May 2017






Bu Göl İznik Gölüdür...


Okul bitmiş, mezun olanlar çil yavrusu gibi dağılmıştık; bir daha, topla toplayabilirsen...
Hepi topu, şuncacığımız, yüz kişi bile sayılamazdık.
Edebiyat Şubesi yoklamasından bilirim, kırk kişi ya var ya yoktuk.
Fencilerin fennî sayımı da bir o kadar olsa gerek; al birini vur ötekine...
Desenize, seksen öğrenciydik.
Liseyi bitireli, 41 küsur, şu kadar yıl olmuş.
Kırk bir yıla neler sığmaz, neler!
Orhangazi Lisesi ilk mezunlarının, diplomalarını alıp hurraa diye dağıldıkları hayat seksen tane farklı caddeye çıktı, herkes kendini bir caddede buldu, kendine bir cadde buldu...
O caddelerde bir sürü kavşaklar oldu, yaya geçitlerine park edip kalanı, lastiği patlayanı, U dönüşü mecburiyetine uğrayanı, çıkmaz sokağa saplanıp kalanı, meydanlara açılan geniş caddelerde gezineni de görüldü; hayat bu, hep böyle olur...
Liseden kayıplarımız da vardı; hiç olmaz mı!
Unutulmaz bir isim geliyor hemen aklıma: Yüzü hep gülen, hatta daha sonraları çizgi-film kahramanı, Alp Dağlarının yalın ayak dolaşan çoban kızı Heidi'ye benzetip durduğum Sevil Sarıoğlu'nu, 17 Ağustos depreminde kaybettik.
Başka isimler de var, yoklama listesinden eksilen...
Biz, öyle, yoklamasını başka yerlerde yaptırıp hayatlarımızı eskitirken, caddelerinde gezindiğimiz hayatın tuhaf bir kavşak noktası varmış da meğer biz orada buluşacakmışız.

*******
Bir süre evvel, mezunlardan Mehmet Tuna'nın girişimiyle bir facebook sayfası kurulmuştu; kısa zamanda 87 üyeye ulaştı.
Bakın, demek yanılmamışım, işte o kadardık...
Mehmet Tuna uslu durmadı, tuttu bizleri çağırdı, İznik Gölü'nün meşhur kıyı restaurantı, göl meyhanesi Rahmi Baba'da toplamaya azmetti; söz dinleriz, toplandık.
Rahmi Baba evlâdiyelik bir isim; babadan oğula, hem de yine okul arkadaşımız Ferhat'ın eline geçmiştir...
Gördüğünüz gibi insanın meyhaneci arkadaşı da olmalı; evelallah bizim var...
Türk musikisinden bir güfte imdada yetişir:

¨Ey hayat döndün nihayet sen de bir virâneye
Ben nasıl ah eyleyip düşmem reh-i meyhaneye...¨

Şimdi meyhanede değilsek de birazcık öyle sayılır...
Geçen cumartesilerden birisindeyiz, oradan buradan sökün edilmiştir, herkes bir yerlerden toplanıp gelmiştir. İznik Gölü kenarındayız.
Şerbet gibi bir hava, say ki limonata...
Göl ise sakin, tıpkı Nâzım'ın dediği gibidir:

¨Bu göl İznik gölüdür.
Durgundur.
Karanlıktır.
Derindir.
Bir kuyu suyu gibi
içindedir dağların.¨

Bize gelince, otuz iki kişiyiz ki, orada toplanmışız...
Üç hocamız da bize ¨mülâki¨ olmuş, katılmışlardır, bizi yalnız bırakmayacaklardır:
Fizik hocamız ta İzmir'den kalkıp geliyor; Hasan Şahin hocamız...
Az üzmedim ben hocamı, ama asıl kabahatli Selçuk Cansızoğlu'dur; ben masumum...
Ders notlarım 40 dereceyi bulmazsa rahat etmez görünen hararetini almış derece gibi hep yüksektir ama gelgelelim haylazlığa doymamışız.

Hasan Beyin karşısında hatırlıyorum da bilmezden geliyorum; Edebiyatçı Baysal hoca öğretmişti, buna Divan Şiirinde Tecahül-ü Ârif derler...
Hasan hocamla sarılışıyoruz...
Hay, sen çok yaşa Hasan hocam...
Sonra Edebiyat dersi hocamız Mehmet Baysal ve sevgili eşi, bir genç kız gibi yerinde dur[a]madan, gece boyunca o masa senin bu sandalye benim hep dolaşıp gönül alan ve eşini kolundan tuttuğu gibi dansa kaldıran Nihâl Nilgün Hanım; Almanca hocamız...
Onlar da İstanbul'dan gelmekteler; ben de öyle...

*******


Böyle gecikmeli buluşmaların hafıza tazelemeye ait seansları epeyi uzayacaktır; arada hatırlanamayan isimler, tarihleri yerli yerini bulamayan hadiseler, karışan mekânlar, zamanlar...
Zaten bir bakıma sınıf buluşmaları, hafızada karışmış fotoğrafların albümde yerli yerine oturtulmasından başkası değildir.
Ben, mesela, Ülker [Dudu] Doğanay'ın adını çıkaramayıp karşısında terledim; ne hicapâver bir durumdu...
Allahtan Ülker neşeli kızdır ve bunca sene sonra eski güleçliğini bırakmak şu yana dursun, artırmış bile; eşi Mehmet'in yanında bana güldü durdu...
Ama rica ederim, hakkımı yemeyiniz ki, Ömür Akbaba'yı, Aysel Akıncı'yı, Sonay Kaya'yı, Ayşe Yılmaz'ı, Semra Karan'ı, Hasibe Gemici'yi, Ayten Kılınç ve Sema Ersöz'ü tek tek adlarıyla söyleyiverdim.
Gelmeyenlere, katılmayanlara n'apmalı, ah ne etmeli?
Fatma Yıldırımlı, mesela, yoklama kaçağıydı....
Beylerden bahsetmediğime siz aldırmayınız, şimdi boy sırasına soksam,
Ertan'dan başlayacağız santimetre santimetre aşağı ineceğiz; Dalton kardeşler gibi hizaya gel, enseye bak vaziyetinde sıra olacağız...
Nail İçli yoktu ama hocalık eden Mehmet Erkoç oradaydı; sonra Mehmet Doğanay, Ertan Sevinç, Nihat Özdemir, Sedat Öz, Sedat Oruç, İstikbal Yörükul, Hüseyin Cevizlidere, Mahir Özgül, tabii ki grubun öncüsü Mehmet Tuna... 
Ve ben yazarınız Mahmut efendi...
Hiç kuşkusuz, İbrahim Gülbeycan'sız eksik kaldık; katılamadı...
Avustralya'da bulunan Selçuk Cansızoğlu kendisini cep telefonu üzerinden video bağlantısıyla olsun hatırlatacaktı...

************

Mehmet Baysal hocam anlatıyor, benden bahsediyor:
¨Benden hep dokuz, on alırdı. Ben vermezdim, o alırdı...¨
Baysal hocanın Türkçe titizliği meşhurdur, gerçekten not cimrisidir söz konusu Türkçe ve dil bilimi oldu mu...
Kırk yıl öncesinin Çalı Kuşu talebesi oluveriyorum birden; 1067 Mahmut...
Pır pııır edip uçasım var...
Tekrar not almış gibiyim.


Bunca sınavdan geçtik bugüne değin, hep aynı heyecan...
Hâlen de öyledir, zaten sınavsız hayat olmaz.
İznik Gölü kenarından, bir kez daha Edebiyat, Kompozisyon ve Türkçe dersinden 10 çekerek sınavdan çıkmış gibi gönül rahatlığıyla ayrılacağım.
Beni Yalova sapağında gece yarısını epeyi geçmişken, neredeyse sahur zamanıydı, karşılayacak kuzenime teslim etmek üzere Nilgün ve Mehmet hocalarımın otomobiline biniyorum; Yalova'da, bir sonraki seneye sözleşip vedalaşarak iniyorum.
Gece devam ediyor...
Ve işte bu Gece, bir marifet gösterip, büyük kararların arefesinde insanı kaplayan tarifi zor bir heyecan gibi içimdeki tüm yılgınlıkları sanki silivermiştir.
Taksitle verseler dünyayı satın alacak bir ruh hâli üstümdedir; hayırdır inşallah...
Zannederim ki, ¨eski dostlarımızla sohbetimiz ebediyete kadar sürecektir.¨
Yani, Latin şairi Ovidius'un dediği gibi, Hoc mihi conloquium tecum manebit!
Haydi gerçekçi olalım, ebediyet biraz fazla uzun geldiyse, hani, en azından gelecek seneye kadar, aynı yerde aynı tarihte; Rahmi Baba'da...



No comments:

Post a Comment