Tuesday, 19 November 2013

İtalya'nın yirmi sene evveli



İtalya'nın yirmi sene evveli Türkiye'nin kaç sene sonrası eder?

Fatoş, benden habersiz, buraya bir yazı eklemiş: Kaçırılmış Fırsatlar, başlığı altında istatistik dersine talim ettiriyor!
Allah size sabır versin!
Bu yazıdan sonra, Karagöz'e cevap hakkı verilmişcesine, pattadanak meclise çıkmam istendi.
Yalova Sefâsına gidiyor gibiyiz; cumhur cemaat...
Meraklısı, lütfen, Cevdet Kudret'in üç ciltlik Karagöz-Hacivat adlı eserine baksın...
Ben hep bakarım!
Bir kere, her şeyden evvela, Fatoş'un-Sinem'in Kaçırılmış Fırsatlar başlıklı yazısı altında yorumu bulunan Işıl Yenidoğan hanımefendiye sitem ediyorum.
Işıl Hanım, Sinem'e hitaben, Fatoş'a yazıyor:
¨Senden istatistik dersi almak isterdim, hem de çoook isterdim!¨
Işıl Hanım, benden edebiyat dersi almaya ne dersiniz?
Hatta siyaset felsefesi dersi de verebilirim; İspanyol feylosofu Jose Ortega y Gasset üzerine Türkiye'de bir numarayımdır, yalan değil, vallahi öyledir...
Fatoş'tan sıfır alıp sınıfta çakmak da var! Ona göre...
Ama ben, ben var ya ben, birazcık âlaka gösteren talebeye sınıf atlatırım...
Size, mesela, Anna Karenina romanında Kont Vronsky'nin çektiği diş ağrısından söz edebilir, bunun etkileri üzerine sayısal açıklamalar yapmaksızın insana dair acıları söyler ve öteki şeylerden lakırdıyı geçirebilirdim.
Vronsky'nin meşhur diş ağrısını, benim diş hekimlerim Dr.Hayrettin Gündüz ve Dr. Aylin Öziş dahi bilmez, bilmedikleri için tedavi edemezler...
Tolstoy'un 600 sayfalık kitabını okumaları gerekir, bugün kimde o kadar sabır var!
Televizyonda dizisi yayınlansın diye bekliyor olmalılar...
Ayrıca, Zehra romanında, ilk Çerkes-Osmanlı yazarı olan Nabizâde Nâzım'ın yarattığı karakterleri ele alıp bir kıskanç kadının vehmi-kuruntusu üzerine kocasını ne durumlara soktuğunu konuşabilir, ardından Nahid Sırrı Örik'in Kıskançlık romanında erkek kardeşinin evlilik saadetinden rahatsız bulunan hiç evlenmemiş ablanın şeytanca kurduğu – buna evde kalmış derler, ama ben kullanmak istemem bu vurguyu!- tuzağını aktarabilirdik; ne hoş olurdu.
Haldun Taner'in Bir motorda dört kişi başlıklı kısa hikâyesinde, yandan çarklı ada vapurunu kaçırdıkları için gece yarısı bir motorlu sandal kiralayıp Karaköy'den Büyükada'ya giden dört kişinin paniğini anlatabilirdim. İnsana ait en zavallı hâlleri gösteren ender hikâyelerden biridir; daha niceleri var, bitmedi...
Attilâ İlhan'ın Muammer Bey'in yalnızlığını anlattığı Karantinalı Despina şiirine ne dersiniz; beğenmezseniz, size Edip Cansever'den Mendilimde Kan Sesleri şiirini okuyabilir, üzerine tartışıp bundan bir ders çıkarabilirdik. Sayıları boş verin, onlar yalancıdır.
Yedi kere sekiz 56 etmezse, hatırım kalır; kim dedi ona 56 etmesin diye...
Bütün bunlar, tüm hikâyeler ve romanlar bana kalırsa, sayıların-rakamların dansından daha iyidir.
Heyhat! Zannetmeyiniz ki Basri bunların dersini, vakt-i zamanında almamıştır.
İktisat tahsili yaptığı üniversite yıllarında ekonometri, istatistik, mali cebir, yüksek matematik, iktisadî kalkınma modelleri gibi dersleri alıp talebeliğini bir güzel tamamlamıştır; aferin ona...
Lakin sayıların akılda kalmayan şeyler olduğunu anladığı gün, aslına bakarsanız, onun eline Tabiat Ana Anlatıyor adlı o vakitler Doğan Kardeş Yayınları'nca basılıp çıkmış bir masal kitabını eline tutuşturmuş rahmetli büyüğü Özer Oral beyefendinin kendisini romana, hikâyeye, hatta şiire yüreklendirmesinden beri kurgusal şeylerin daha gerçekçi olduğunu kabullenmiştir.
Bakınız Işıl Hanım, Fatoş'un rakamlarını yarın hatırlamıyacaksınız.
Fakat, Refik Halid Karay'ın Nilgün romanındaki uçarı kadın tipini her zaman hatırlarsınız... Türkân Şoray hanımefendi dahi oynamıştı, Yeşilçam sineması zamanlarında...
Kafka'nın Değişim başlıklı iç karartan romanında karafatmaya dönüşen evin erkek çocuğu, Gregori Samsa'yı unutmanız, mümkün müdür?
Halid Ziya Uşaklıgil'in Aşk-ı Memnû'su size ne hatırlatıyor; Bihter'i elbette...
Bihter'i, televizyon dizisinden, Müjde Ar olarak hatırlayanı da vardır, ben de bazen öyle anımsarım!
Bir de Müjde Ar'ın FUAR kolonyasının reklamı için verdiği pozlar vardır ki mevzumuz buraya ait değildir; üstelik ben lavanta kolonyası severim...
Ya, Sabahattin Âli'nin Kürk Mantolu Madonnası'ndaki zavallı kocaya ne dersiniz? Dünya harpleri zamanında, yani biraz eskiden, Alamanya'da, fırtınalı bir aşk yaşamış Raif Efendi bana göre bütün rakamlardan daha gerçekçidir.
Meşhur üniversitelerden birisinde yapılmış araştırmaya bakarsanız, şöyle oluyor: İki gruba ayrılmış insanlara bir ay boyunca roman okutuyorlar, ötekilerine sayısal değerlere dayalı ekonomiye dair ve öteki güncel haberleri veriyorlar.
Sanıyorum, uydurmuş olmayayım ama, Columbia Üniversitesi'nde yapılan bir laboratuar testidir bu:
Sonuçta, elde edilen gerçek şudur ki, romanlardaki karakterleri okuyup hayatlarıyla karşılaştıranlar her şeyi bir bir hatırlarken, sayısal referanslara dayalı bilgileri okumuş olanlar hiçbir şey hatırlamıyor.
Demem o ki rakam hatırlanmasın diye vardır.
Zaten rakam hatırlayan bir tek Süleyman Demirel babadır!
O, seçmenlerinin adlarını, soy kütüklerini ve nüfus cüzdanı bilgileri dahil olmak üzere bütün rakamları tek tek hatırlayan siyasetçilerdendi; şaka yapmıyorum...
1978'de Yeşilköy'deki Atatürk Havalimanı'ndan, o vakitler Yeşilköy Havalimanı diye adlandırılıyordu, başbakan sıfatıyla Demirel resmî gezi yapmak üzere İtalya'ya gidiyordu.
Ben, Cumhuriyet gazetesinde, taze muhabirim.
Yolcu salonunda, Demirel'i, aman efendim saman efendim diye uğurlayanlar ve bir şey yumurtlasa da yazsak diye bekleşen basın mensupları var.
Ben de bıyıklı hâlimle oradayım...
¨Türkiye, bugünkü İtalya'nın ekonomik kalkınmışlık seviyesine 20 yıl sonra varacaktır!¨ demişti.
Sonra meşhur gerdan kırmalarından birisiyle başını sağa sola çevirdi; biz bir şey anlamamıştık!
Bunu, elbette, bir iktisadî planlama öngörüsüyle söylüyordu; bilgileri Devlet Planlama Teşkilatı'ndan almış olmalıydı.
O vakitler Devlet Planlama Teşkilatı-DPT vardı ve başında Turgut Özal oturuyor, makamında, takunyalı dolaşıp pasaklı bir helada abdest alıyor, yere seccade atıp namaz kılıyordu.
Yıl 1978'dir, dikkatinizi celp ederim efendim...
Sülüman Baba, 1978 artı 20 yıl diyerek, demek ki 1998 yılını işaret ediyordu.
Fatoş! Sinem, doğru hesapladım mı?
Üç kere beş on beş eder, matematiğim de fena değildir yani; kerat cetvelini ezbere bilirim...
Şimdi İtalya'nın yirmi yıl evveline ait rakamları bulup kıyaslamanız için sizi, hepinizi Fatoşanım teyzenin sınıfına talebe kaydediyorum; Allah akıl fikir versin...


No comments:

Post a Comment